31 Aralık 2019 Salı

Marcel Proust__Albertine Kayıp (Kayıp Zamanın İzinde - Altıncı Kitap)


Bir süredir hem kitaplarımdan hem de buralardan uzaktım. Kişisel sebeplerden dolayı uğrayamadım ama çok özlemişim buraları, vakit geçirince bunu daha da iyi hissettim. Bu yılın son yazısını sevdiğim yazar Proust'um ile yapalım istedim. Son kitabı okumaya da yeni yıla girdiğim saatlerde yapacağım. :) Herkese şimdiden güzel bir sene dilerim, her istediğinizin olması dileğiyle. Sevdikleriniz hiç hayatınızdan eksik olmasın. Tekrardan mutlu seneler. 💚
____________________________________________

Kayıp Zamanın İzinde serisi benim için bir dizi gibi devam ediyor, Mahpus kitabının son sayfalarında çok etkili bir sezon finali yapmıştı, Albertine Kayıp ile içimdeki o büyük heyecan ve merakla kaldığım yerden yeni sezonla devam ediyorum. 

Evet, Mahpus kitabındaki son sahneyi hatırlarsak Albertine her ne kadar gidişinin sinyallerini vermiş olsa da başkahramanla o kadar çok vakit geçirdiğimden olsa gerek onun gibi sürekli yok ya gitmez, yine düşüncesi değişir, bizi şaşırtır tarzında düşüncelere sahiptim. Gerçekleşeceğini bildiğim sondan kaçış ne yazık ki mümkün olmadı ve Albertine gitti. Seri boyunca ağzından her çıkan cümleyle beni gülümseten François’den gelen bu haber, bu sefer beni üzmüştü. Albertine’nin gidişi mi beni üzdü yoksa kahramanımızın düşüncelerinde bile ayrılırken pişman olması aklıma geldiğinden, onun bu durum karşısında yaşayacağı hisleri mi beni tedirgin etmişti bilemiyordum. Bu düşüncelerin ardından nihayet kitabı okudum ve yine çok sevdim. 

Kitap, ilk cümlesiyle - "Mademoiselle Albertine gitti!"- üzüntülü bir yolculuğa başladığımın sinyallerini vermişti. Bundan sonrası ise Albertine’nin yokluğunun kahramanımızın gözünden bize yansımalarıydı. Açıkçası, kitabı okurken yazar o kadar güzel betimlemeler ile düşüncelerini ifade ediyordu ki onların büyüsüne kapılıp Albertine dönecek mi dönmeyecek mi konusunu merak edecek fırsatım bile olmadı. 

Kahramanımız, Albertine yanındayken cevabını almasının kolay olacağı konularda bile o kadar çok ikileme düşüyordu ki, şimdi onun yokluğuyla iyice düşünceleri karmaşıklaşıyor. Açıkçası bir sayfada sayısız kere fikir değiştirmesi ve mantıklı olandan iyice uzaklaşması yer yer kahramanı yakasından tutup silkelemek istememe neden olmadı diyemem, kıyamadım ama yine ona. Özellikle de Albertine’e yazdığı mektubu okuduğum kısımlar, annesiyle tren yolculuğu sırasında yaptığı konuşmalar en keyif aldığım yerlerdi, çok güldürdü beni. :) 

Kitabın başından sonuna kadar kıskançlığın sayısız haline tanık oldum diyebilirim. Yazar uzun uzun kıskançlık üzerine düşüncelerini paylaşmış, onları bazı yerlerde somutlaştırmış ve benim altını çizmekten keyif aldığım o yazım ifadesine dönüştürmüş. Şu zamana kadar en çok altını çizdiğim kitap buydu. :) 

Her ne kadar kitabın büyüsünü bozmamak adına söyleyemesem de kitapta çok şaşırdım zamanlar yaşadım. O kısımları okurken üzüldüğüm daha sonra umutlandığım ama yine hayal kırıklığı yaşadığım anlar oldu. Birçok duyguyu bir arada hissettiğim nadir kitaplardan biri oldu benim için. Venedik’te geçen kısımlar ve onunla gezdiğim yerleri gözümde canlandırmam ise en canlı anlarımdı. 

Serinin sonlarına gelindiğinden olsa gerek o kadar çok şey yaşanmış ki sanki yakın bir dostumuzla geçmişten bahsediyormuş gibi hissettiğim zamanlar oldu. O eski konulardan bahsederken hep başkahramanın gözünden bakmıştım, olayın diğer kahramanın bakış açısıyla da birçok gerçeği görebildiğim için ayrıca güzeldi. 

Ve ben yine bu kitabın ardından kısa bir sezon finali yapıyorum, büyük final için de hem biraz buruğum hem de oldukça heyecanlı. Seriye veda edişim zor olacak gibi görünüyor. :)

Kitapta altını çizmekten keyif aldığım bazı satırlar:

- Benim nazarımda bir hiç olduğunu zannettiğim şey, demek ki aslında bütün hayatım, her şeyimdi.
(syf 7)

- Ne var ki, gerçekte insanlar nadiren dostça ayrılır, çünkü arada dostluk varsa, zaten ayrılmazlar! (syf 12)

- Bir romanı okurken, kadın kahramana sevdiğimiz kadının yüz hatlarını yakıştırmamanın imkânsız olduğunu biliyordum. Ama kitap mutlu bir sona bağlansa da, bizim aşkımız olduğu yerde saymıştır ve kitabı kapattığımızda, sevdiğimiz, romanda nihayet bize gelmiş olan kadın, hayatta bizi daha fazla sevmemektedir. (syf 39)

- Acının dinmesi mi? Ölümün var olan şeyi silip geri kalan her şeyi olduğu gibi bıraktığına, diğerinin varlığını sadece bir ıstırap kaynağı olarak algılayan kişinin kalbinden ıstırabı çekip çıkardığına, ıstırabı çıkarıp, yerine başka bir şey koymadığına gerçekten inanmış olabilir miydim? (syf 62)

- İnsan gönlünde yatanların ne kadar azını biliyor! (syf 62)

- (..) çoğu kez, âşık olduğumuzu anlamamız, hatta belki âşık olmamız için, ayrılık gününün gelip çatması gerekir. (syf 92)

- Ara sıra, kalbimle hafızam arasındaki iletişim kopuyordu. (syf 112)

- Eski günler yavaş yavaş daha önceki günlerin üzerini örter, sonra da onları izleyen günlerin altına gömülürler. Ama nasıl ki dev bir kütüphanede en eski kitapların bile muhtemelen kimsenin arayıp sormayacağı birer nüshası bulunursa, her eski gün de içimizde yerini almıştır. (syf 128)

- Hayatımız boyunca yalan söyleriz, hatta özellikle, belki de sadece, bizi sevenlere yalan söyleriz. (syf 194)

- İnsan ulaşamadığı veya kesin olarak ulaştığı hedefleri kolaylıkla küçümser. (syf 258)

- Tıpkı yaşayan insanlar gibi ölülerin de bir şeye sevineceğini mi üzüleceğini mi kestirmek imkânsızdır. (syf 263)

- Artık sevmediğimiz ve yıllar sonra karşılaştığımız kadınlarla aramızda ölüm yok mudur gerçekten de? (syf 280)

Diğerlerinden Daima Bir Adım Önde Olanlar :)