12 Şubat 2020 Çarşamba

Émile Zola__Nana / #kom2020 /


Evet, yine bir klasikle merhaba. :) Arkadaşlarımla her aya bir klasik belirledik, bu ocak ayının kitabıydı, tabi ben anca paylaşım yapıyorum. Şubat kitabımız da Don Quijote, çok keyifli gidiyor. Keyifle yazacağımı düşünüyorum onun yorumunu ama henüz bitmedi tabi, bakalım. Hepinize bol kitaplı günler dilerim. 💚

____________________________________________________________

Natüralizmin kurucusu ve en önemli temsilcisi olarak görülen Emile Zola, bu akımın ilkelerini uygulama amacıyla Rougon-Macquart serisini kaleme almış, Nana da bu serinin içerisinde yer almaktadır. Yazar her kitabında olduğu gibi bu kitabı için de uzun yıllar araştırma yapmış, kitapta geçen mekanları gerçek mekanlardan seçmesinin yanı sıra sofrada sunulan yemekler gibi ufak ayrıntılara bile aynı önemi vermiş. Önsöz kısmında kitap hakkında bu tarz bilgilere yer verilmesi çok hoşuma gitti. Esere başlamadan önce güzel bir hazırlık süreci oldu benim için. :) 

Nana, çamaşırcı bir annenin ve sarhoş bir babanın kızı olarak dünyaya gelmiş ve çocukluğu yoksulluk içinde geçmiştir. Bir evlilik yapmış ve bir çocuğu olmuştur. Fahişelik yaparak yaşamını sürdürmektedir. Onun için gençliği ve güzelliği her kapıyı açmaktadır, öyle ki hiçbir yeteneği olmamasına rağmen sırf güzelliğinden dolayı tiyatroda kendisine yer bulmuştur. Nana’nın güzelliğini kullanmasını ve erkeklere her istediğini yaptırarak konumunu daha iyiye taşıma çabasını okuyoruz. Yazar bu hayatı anlatırken toplumun yaşayışına, ahlaki değerlere, ikiyüzlülüğe, çıkarcılığa ve bunun gibi birçok kavrama değiniyor. 

Nana benim için hem okuması kolay hem de zor bir eser oldu. Kitabın en başından beri yazar o kadar güzel kişileri ve mekanları tasvir etmiş ki ben de o mekanlarda geziniyor ve kişileri tanıyor gibi hissettim, bu da karakterlerin yaptıkları her davranışta sinirlenmeme ya da sevinmeme neden oldu. 

Nana’nın bazı zamanlarda çocuğuna olan özlemini dile getirmesi, kendisinin borç içinde yüzerken başkasına elindeki son parayı verebilmesi, sevdiklerine elinden gelen yardımı hiç düşünmeden yapması sizi ona yakınlaştırıyor, tam düzenli bir hayata geçiş yapacak derken tekrardan yanlış kararlar vermeye başlaması ise sizi sinirlendiriyor. Onu anlamaya çalışmak beni çok yordu, bazı yerlerde yaptıklarının hiç elle tutulur yanı yoktu. 

Kitapta en çok uzun betimlemeleri sevdim, özellikle tiyatroda geçen kısımlar, bana da kulis havasını soluma fırsatı verdi, tasvirlerinin çok ayrıntılı oluşu gözünüzde birebir canlandırabilme fırsatı veriyor, tabi bu tarz anlatımları sıkıcı bulanlar için işkenceye dönüşebilir o sayfalar. 

Nana merkezde gibi görünse de aslında yan karakterlerin bile bazı zamanlarda büyük rolleri vardı ve olayların gidişatını değiştirecek davranışlarda bulundular. Bunu ayrıca sevdim, tek Nana’nın geleceğini düşünmekle kalmadım diğerlerinin durumunu da merak ettim. 

Kitabın sonunu tahmin ediyordum ama bu sonucun nasıl olacağını kestiremiyordum, bir sürü seçenek belirlemiştim ama tutmadı. :) Sonuç olarak, yazarın Germinal kitabını okumuştum ve aşırı beğenmiştim, bunu da sevdim ama ondan birkaç tık daha az tabi.

Altını çizdiğim satırlardan bazıları şu şekildeydi:

- Sevmek, çok budalacaydı, hiçbir yere varmıyordu. (syf 195)

- Şu kırılgan insanlığının çatırdayıp çöktüğü o korkunç bunalım içinde neden hemen Tanrı'yı düşünmemişti? (syf 225)

- Doğru, dedi ikna olmuş bir ifadeyle, sevgi her şeyden önce gelir. (syf 232)

- Böyle bir gönül serüveni uğruna kendini harcamakla hata ediyordu; geçici hevesler yaşamı berbat ederdi. (syf 238)

- (..) içinden bir ses beğenilerle renkleri tartışmamak gerektiğini söylüyordu, çünkü günün birinde kimi seveceğimiz hiç belli olmazdı. (syf 248)

- Saygının bulunmadığı yerde sevgi olmazdı. (syf 307)

- Ölme şeklinin bir önemi yoktu, önemli olan soylu bir ölüm olmasıydı. (syf 332)


Alıntılar; Türkiye İş Bankası  Kültür Yayınlarının 2019 senesinin IV.Baımına aittir.
Fotoğraf; ortak okuma yaptığım arkadaşıma aittir. :)

1 Şubat 2020 Cumartesi

Hüseyin Rahmi Gürpınar__Efsuncu Baba / #kom2020 /


Kitap okumayı çok seviyorum ama Türk Edebiyatı'na gelince çok eksiğim var. Bu sene bu eksik yönümü biraz kapatmaya çalışacağım. Umarım başarılı olabilirim. İş Bankasının bu serileri bana ilaç gibi gelecek, eminim. 😇 

_____________


Başkahramanımız adından da anlaşılacağı gibi-Efsuncu Baba- büyülerle ve tılsımlarla uğraşan, yapacağı her işini uğurlu bir saate denk getirmeye çalışan, uğursuz saat ve günlerde hiçbir işini yapmayan, yazdığı tılsımlar sayesinde kendisinin ve çevresinin başına bir şey gelmeyeceğine inanan biridir. Öyle ki, bir tılsımla ölümcül hastalıklardan kurtulacağına inandığı gibi evine yaptığı tılsımlarla da hiçbir hırsızın evine giremeyeceğine inanmaktadır. Kısacası, her anını böyle yaşamaktadır.

Efsuncu Baba, eline geçen bir kitap sayesinde orada yazılanları gerçekleştirdiği takdirde bir define bulacağına inanmaktadır, kitapta yazılana göre bu defineyi iki tane insan kılığına bürünmüş melek sayesinde bulabilecektir. Agop ve Kirkor adlarında iki gençle karşılaşır. Ve böyle Efsuncu Baba’nın karşılaştığı iki iplikçi genci kitaptaki melekler sanmasıyla define arayışları başlar.

Bu iki gencin diyalogları şivelerle verilmiş ve her ne kadar anlaşılır olsa da -ki olmayan kısımlar dipnot ile çok güzel açıklanmış- arka arkaya okumak bir süre sonra beni zorladı ve ara vermek zorunda kaldım. Bir de bazı kısımlar bana orta oyunlardaki abartılı diyalogları hatırlattı, seyirciyi güldürmek adına abartılı konuşmalardan yararlanılmış gibiydi.

Ayrıca, her ne kadar kitap konusu define arayışı gibi görünse de aile bireylerinin de yaşadığı durumlar anlatılarak iyice karakterlerin içinde bulunduğu durum ve toplumsal yaşam yansıtılmaya çalışılmış ve anlatımın gidişatına yön verilmiş.

Define arayış macerasının anlatımı merak uyandırıcıydı, bu kadar kısa bir eser olmasına rağmen sonuç aceleye getirilmemiş ve ayrıntılı, birçok noktaya açıklık getirir şekilde sonuçlanmıştı. Kitaptan her ne kadar siz bir kıssadan hisse çıkartmış olsanız da bu durum yazara yeterli gelmemiş ki sonunda kendisi de vermek istediği mesajı açıkça ifade etmiş ve almamız gereken dersi bize aleni bir şekilde sunmuş.

Yazarın okuduğum ilk kitabıydı, bu kitapla tanışmış oldum kendisiyle ve beğendim, elimde olan diğer kitaplarını da severek okuyacağıma eminim. :)

Kitapta altını çizdiğim bazı satırlar şu şekildeydi:

- Şimdicek bu kederli dünyanın sefası yalnız tımarhanelerde kaldı... (syf 30)

- Mesele benim kabulümde, sizin rızanızda değildir... Kaderde olan şey kendi kendine olur... (syf 42)

- Görmeden her şeye insanırsan insanı çok kandırırlar... (syf 65)

- Hepimiz daima aldanıyoruz, fakat fırsat düştükçe aldatıyoruz. (syf 75)

-Hakikatın büyüklüğünü tanıyıp da onunla dost olamayanlar, o kılığa bürünmüş yalanlarla oyalanırlar. (syf 75)

- Her insanı, hatta her toplumu hoşlandığı yemle avlarlar. Mesele, böyle oltalara tutulmayacak kadar insanlığımızı terbiye edebilmektedir. (syf 76)

- Bu dünya henüz büyük komik Molière çağından üç adım ileri gitmedi. Daima üstadın ebedi komedyaları tekrarlanıp duruyor. Yalnız sahnenin dekorları değişti. Tarzlar başkalaştı. İnsanın mayası hep o maya... Kötüler daha kurnazlaştı. Birbirine zarar verme ilerledi. Fenalık büyüdü. (syf 77)


*Alıntılar; Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları'nın 2019 senesinin IV.Basımına aittir. 
*Fotoğraf; Ortak okuma arkadaşıma aittir. :)

Diğerlerinden Daima Bir Adım Önde Olanlar :)