Kayıp zamanın izinde serisinin bitirdiğim ikinci
kitabı-çiçek açmış genç kızların gölgesinde-nin ardından verdiğim ara nihayet
son buldu, arkadaşımla ortak okuma yaptığımız için ikimizin de işlerinin
sürekli çakışması sonucu Guermantes’in Tarafı’na başlamamız zaman aldı. Bu
durum aslında benim açımdan daha iyi oldu, çünkü o kadar çok okuma isteğiyle
dolup taştım ki başlayacağımız anı gözler oldum, her ertelediğimizde
birbirimizi teselli eder konumdaydık. Bu durumumuz aynı kitabın başlarında
sürekli Françoise’e seslenen ev halkına karşı kendisinin ‘pirelendiler yine’
diye söylenmesi gibiydi. :) Hazır kendisinden bahsetmişken kendisinin kitapta kilit karakter olduğunu
düşünmeden edemiyorum, bazen öyle bir anlarda çıkıp sadece bir cümle söylemesi
bile kitabın atmosferini birden değiştiriyor, en sevdiğim sayfalar onunla
renklenen satırlar diyebilirim.
Proust gibiyim şu an, aklımda o kadar çok şey var ki
anlatmak istediğim, uzun uzun, her önemsiz gibi görünen ama onun kaleminde –vay
be, aslında ne kadar da anlamlıymış aslında- dedirten düşüncelerle dolup
taşıyorum. Eminim birçoğundan bahsedemeyeceğim ama onların etkisini benzer
yaşadığım durumlarda anımsayıp kendimle konuşacağım.
Kitap, diğer kitaplar arasında en uzun olan ve okuduğum iki
kitaba oranla daha dolu dolu ve karmaşık olanıydı diyebilirim. Tabi ardından
gelen kitapları okumadığım için nasıl sürprizlerle karşılaşacağım merak
ediyorum. İki bölümden oluşuyordu, benim için en akıp giden ve anlaşılır olan
ilk bölümdü. Her zamanki gibi ev hayatlarına konuk olup ara ara kendisiyle
gezintiler yaparak sayfaları çevirdim. Konuklarla araya gelinen zamanlarda da
Dreyfus Olayı’na* dair konuşmalara tanıklık ettim. Bu sayfalarda en sevdiğim
özellik, her iki görüşü dile getiren tarafın da olmasıydı, birbirini çok güzel
dengeleyen konuşmalar okuyucu bir tarafa karşı yönlendirmiyordu. Bu bölümün
sonlarına doğru büyük annesiyle olan konuşmalar, ona karşı olan hislerini dile
getirmesi ve ikilemde kaldığı zamanlardaki çaresizliği beni derinden etkileyen
satırlardı. İkinci bölüm, beni en zorlayan kısımdı. Sürekli bir davetten
diğerine gitmek beni çok yordu. :) Özellikle de dük, düşes, prensesler vb ünlü
konuklar arasındaki üstünlük savaşları arasında kalmak ve sürekli isimlerin
artarak çoğalması çok yorucuydu, bazı satırlarda kim kimdi demekten olaya
odaklanamayıp satırları birkaç kere okumam gerekti. Kendimi, annesinin yanında
güne gidip de köşede yemek yiyip ortada dönen muhabbetleri takip etmekten
yorulan çocuk gibi hissettim. Dedikodular arasında arada konuşulan sanat ve edebiyat konuları en sevdiğim
kısımlardı. Hazır dedikodu demişken, ben de kahramanımızın aşk hayatı hakkında
bir iki laf söyleyeyim hemen, açıkçası nasıl sonlanacak merak ediyorum,
kendisinin ölüp bitmiş hallerinden, kozasından yeni çıkan kelebek kadar
heyecanlı hallere aniden geçişi beni şaşırtmaya devam ediyor.
Diğer kitaplarında olduğu gibi bu kitapta da bazı konuşmalar
arasında ileride çözümlenecek bazı olayların sinyalleri verildi, merak
tohumları ekildi. Umarım merak ettiğim kadar etkileyici satırlar olur. Bu arada
her kitabında belirtmeden geçemediğim, bana kitabı sevdiren ise tabi ki
betimlemelerdi. Yine çok güzel tespitleri vardı, basit bir olayı bile
sıradanlıktan çıkarttığı beni kendine hayran bırakan cümle dizilişlerine
sahipti. Tabi Roza Hakmen’in takdir etmeden duramadığım eşsiz aktarımını da göz
ardı etmeyeyim, ben okurken yolumu kaybettiğim olurken kendisi ne kadar güzel
çevirmiş.
Bu yolculuğuma kısa bir ara veriyorum, en kısa zamanda
tekrardan kayıp zamanda iz sürmeye devam edeceğim. Keyifli okumalar.
Kitapta altını çizmekten kendimi alamadığım bazı satırlar:
- Uzaktaki şeyler bazen yakındakilerden daha tanıdık olabilir bizim için. (syf. 22)
- Ne tuhafsınız! Sizin yeteneğiniz bende olsa, herhalde sabahtan akşama kadar yazardım. Siz boş oturmayı daha çok seviyorsunuz. Ne yazık ki, her an çalışmaya hazır olanlar, benim gibi sıradan insanlar; kabiliyetli olanlarsa çalışmak istemiyor! (syf. 69)
- Düşüncesi neyse insan odur; düşünce sayısı insan sayısından çok daha az olduğu için de, aynı düşünceyi paylaşan bütün insanlar benzerdir. (syf. 100)
- İşin doğrusu şu ki ben bu dünyaya ait değilim; kendimi sürgünde hissediyorum burada; beni burada tutmak, başka bir âleme kaçmamı önlemek için yerçekimi yasasının bütün gücüyle uğraşması gerekiyor. Ben başka bir gezegene aitim. (syf. 147)
- Her insan uzaktan gördüğü, başkalarında gördüğü şeyi daha güzel görür. (syf. 225)
- Tıp, hekimlerin birbirini izleyen, çelişkili hatalarının bir özeti olduğundan, en iyi hekimlere başvururken, birkaç yıl sonra yanlışlığı ortaya çıkacak bir doğruya başvurma ihtimalimiz yüksektir. Yani tıbba inanmak, çılgınlıkların en büyüğü denebilirdi, eğer tıbba inanmamak daha büyük bir çılgınlık olmasaydı; çünkü uzun vadede hataların üst üste yığılmasından, bir takım doğrular ortaya çıkmıştır. (syf. 287)
- Güzel müziklerin, güzel resimlerin, binlerce inceliğin tadını çıkarırız, ama onları yaratanlara nelere mal olduğunu, ne uykusuzluklara, gözyaşlarına, ihtilaçlı gülmelere, kurdeşenlere, astımlara, sara nöbetlerine, hepsinden beter olan ölüm korkusuna mal olduğunu bilmeyiz. (syf. 293)
- Şüphesiz, bir yazarın ancak ölümünden sonra ün kazandığı olur. (...) Ölü bir yazarın ünü, hiç değilse kendisine yorgunluk vermez. Adının şaşaası, mezartaşında son bulur. Ebedi uykunun verdiği sağırlıkla Şöhret tarafından rahatsız edilmez. (syf. 315)
- Hiç şüphesiz, ne kadar önemsiz bir ilişki olursa olsun, ilişkilerimizin değiştiği bir insanı ne zaman tekrar görsek, iki dönemin karşılaşması gibi bir şey olur. (syf. 340)
- Öte yandan Albertine, benim özellikle sevdiğim bir dizi deniz manzarasının izlenimleriyle çevrelenmişti. Bana öyle geliyordu ki, Albertine'in iki yanağını öpmekle, bütün Balbec sahilini öpmüş olurdum. (syf. 352)
- Hayatta zaten yeterince çirkinlik var. Hiç değilse okurken o çirkinlikleri unutsak, daha iyi olmaz mı? (syf. 479)
*1894 yılında Yahudi asıllı bir yüzbaşı düzmece bir mahkemede vatan haini olarak yargılanmıştır. Yüzbaşı Alfred Dreyfus genelkurmayda çalışan düzgün bir subaydır. Bazı Fransız silahlarının yeni teknik özelliklerini Almanlara bildirmekle suçlanıyordur. Dreyfus affedilip itibarı iade edilse de onu suçlayanlar ve suçlamayanların kavgası devam eder. Fransız ordusu bütün kıta Avrupa’sı ordularına kendi Dreyfus düşmanlığını da yaymıştır.
*Alıntılar; Yapı Kredi Yayınları'nın 2018 senesindeki XII.basıma aittir.
*Fotoğraf; ortak okuma arkadaşıma aittir.