30 Ekim 2018 Salı

Harper Lee-Tespih Ağacının Gölgesinde




Çok keyif alarak okuduğum Bülbülü Öldürmek kitabının devamı.

Aynı keyfi aldım mı diye dile getirirsem hayır ama şu da bir gerçek ki yazar 55 yıl aradan sonra yazmış bu kitabı. Bugün sinir olduğum şeyi yarın umursamadığımı düşünürsek aynı duygu aktarımımın geçmemiş olması normal aslında.

Belki de aynı hazzı alamamamın nedeni; bana kitabı sevdiren çocuğun büyümesi ve büyüdüğü için de artık dünyayı o hayaller kurup canlandırdığı şekilde değil de tüm pislikleriyle görmeye başlaması olabilir. Çocuk dünyasının sıcaklığından çıkıp yetişkinlerin kasvetli, soğuk düşüncelerine geçiş ruhuma pek iyi gelmedi.

Çocukluk anlarına döndüğü kısımlar yine sevdiğim kısımlardı, sayfalar akıp gitti. Atticus'un kızını ezdirmediği satırlar, halanın burnu dik halleri, hizmetçinin yaşlanıp el etek çekip gitmesi geçmişe dair anları anımsattı.

İlk kitap ile bağlandığım bazı karakterlerin sonradan gösterdiği değişimler bazı satırlarda beni hem üzdü hem de sinirlendirdi, hatta bazen korkarak sayfaları çevirdim, sanki sevdiğim birinin aslında öyle olmadığını görecekmişim hissi beni etkiledi. Aslında, dilimin ucuna çok şey geliyor ifade etmek istediğim ama okumayanlar için keyif kaçırıcı olmasından korkuyorum, o yüzden susuyorum. :)

Özellikle, son sayfalarda Scout ve Atticus'un konuşmaları kitabın en dikkat çekici anlarıydı benim için. 

Yine de iyi ki okumuşum diyebilirim en azından bir çocuk karakterim daha bensiz büyümemiş oldu ve ırkçılık üzerine tekrardan uzun uzun düşünüp öz eleştiri yapma fırsatını tekrardan bulmuş oldum. Tavsiye ederim. 

Altını çizmekten kendimi alamadığım satırlardan bazıları:

- İnsanlar bir nedenle birbirlerine güvenirdi; nedenini unuttum. (syf. 138)

- Bir adam sana, 'İşte gerçek bu, ' diyorsa, sen de ona inanıyorsan, sonra da söylediği şeyin gerçek olmadığını keşfediyorsan, hayal kırıklığına uğrarsın ve bir daha onun tuzağına düşmemek için dikkat kesilirsin. (syf. 153)

- Bu ülkede beni korkutan tek şey şu: Devlet bir gün öyle canavarlaşacak ki, en küçük bireyler ayaklar altında ezilecek ve artık yaşamanın hiçbir değeri kalmayacak. (syf. 171)

- Sizin elde var bir saydığınız bazı şeylere de hiç sahip olamadım,asla da olamayacağım. Sırtımı yaslayabileceğim tek şey, kendimim. (syf. 198)

- Şunu da hep hatırla: Geriye bakıp, düne, on yıl önceye bakıp o günkü halimizi görmek her zaman daha kolaydır. Zor olan, şu anki bizi görmektir. Bu beceriyi edinebilirsen, yuvarlanıp gidersin. (syf. 232)

- Çirkin bir sözcük olan önyargı ile tertemiz bir sözcük olan inancın ortak bir noktası var: Her ikisi de mantığın bittiği yerde baslar. (syf. 233)


*Alıntılar; Sel Yayıncılığın 2015 senesindeki ilk baskısına aittir.

25 Ekim 2018 Perşembe

İlber Ortaylı ile Tarihin İzinde



İlber Ortaylı okumayı sevdiğim, beni dipsiz kuyular içinde bırakmayıp daha anlaşılır ifade edişleriyle ara ara okumaya başvurduğum bir tarihçi. 

İki bölümden oluşan bu kitabı da aynı akıcılık ve anlaşılırlığa sahipti. İlk bölümü söyleşiler oluşturuyordu. Çeşitli gazete,dergi gibi yerlerde yer almış bu söyleşiler her konuya sahipti diyebilirim; yeri geldi dil, tarih üzerine kimi an ise sosyal-kültürel olaylara uzanmaktaydı. Konuların işlenişi sohbet şeklinde olduğu için soruların ulaşabilirliği ile sınırlıydı, fazla derine inmeden yüzeysel geçilmişti, bu da kitaplarında ayrıntılı bahsettiği olayların özeti şekline benziyordu. Her ne kadar bu durum beni rahatsız etmese de bazen upuzun bir sorunun ardından gelen kısa bir evet-hayır şeklindeki cevaplar, keşke gerekçesiyle de taçlansaydı dedirtti. 

İkinci bölüm ise makalelerden oluşmaktaydı, ilk bölüme göre daha doyurucu bilgilerin yer aldığı kısımdı. Bazı kelimeler bana yabancı gelse de konu bütünlüğü içinde anlaşılma da sıkıntı yaşanmaması okumayı bölmüyordu. 

Altı çizilecek bir çok satır vardı, eleştirdiği kısımları okurken birçok yerde öz eleştiri yaparken buldum kendimi, bu da ayrı hoşuma gitti. 

Hem bilmediğim konularda fikir sahibi olayım hem de bildiklerim üzerinden düşünceleri tazeleyeyim ama bunu yaparken de akademik dilden uzak olayım diyorsanız tercih edeceğiniz bir kitap diyebilirim. Hem diğer kitaplarını okumadıysanız öncesinde bir ön hazırlık olabilir.

Altını çizdiğim bazı satırlar şu şekildeydi:


- Gelecek için planlar yapıyoruz. İlerlemek için, kendimizi geliştirmek için, ailemizle rahat bir gelecek yaşamak için, çocuklarımıza iyi bir gelecek vermek için, toplumumuz için, ülkemiz için çalışıyoruz. Ama geleceğe yön verebilmek için geçmişi bilmek gerekmez mi? Ağacın köküne su dökmeden meyve almak mümkün değilse, tarihimizi bilmeden geleceğe adım atmak da mümkün değildir. (syf. 105)

- Tarih bilinci şu: Bir kere doğru dürüst tarih okuyacaksın. Büyük devletler, büyük milletler gibi tarih okuyacaksın. Dünya tarihine eğileceksin. Muhtelif diller öğreneceksin, öğreteceksin. (syf. 127)

- İstanbul'u anlamayan insanların bu şehri anlatacak taavir ve tasvif edecek ve insanlara nakledecek bir retorik, yani bir söylem ve zihniyet kurmaları mümkün değildir. Buradan yirmi beş sene nefret eden bir insanın otuz yaşından sonra burayı öğrenip öğretmesi mümkün değildir. (syf. 172)

- .. yaşam kelimesi öztürkçe olsun diye kullanılmıyor, hayatla farklı şeylerdir. Hayat bir zaman kesitinde bize ait olan bir külliyeyi; yaşam onu yaşama tarzımızı ifade eder. (syf. 183)


Alıntılar; Profil Yayıncılığın 2008 senesindeki 3. baskısına aittir.

23 Ekim 2018 Salı

Aziz Nesin - Zübüklüğün Sonu Yok (Seçilmiş Öyküler)



Her aya bir Nesin kitabı seçip okumaya karar verdim, çok zaman geçti, arasında okuduklarım da var okuyup hatırlamadıklarım ve hiç kapağını açma fırsatı bulamadıklarım da elbette ki. Ekim ayım bu kitapla olsun bakalım. :)

Aziz Nesin'in öykülerini okurken genelde karakterin ismini değiştirmem zor olmuyor, çünkü çevremde ya da yakınlarımın aracılığıyla onlara benzer kişilerin varlığından haberdar oluyorum, ne yazık ki. Hatta bu kitabında da öyküye başlarken ben şu ismi söyleyeyim ama siz kim olduğunu bilirsiniz tarzında bir tabirle başlıyor ve siz hemen boşluğu dolduruyorsunuz. İlk okumaya başladığım zamanları düşünüyorum da aradan kaç yıl geçmiş olmasına rağmen öykülerinin verdiği gerçeklik hiç azalmıyor aksine katlanarak artıyor. Bir kere okudum diyerek rafa kaldırmak yerine belli zaman aralıklarında -5-10 yıl örneğin- okuduğunuzda aldığınız tat da o oranla değerlenecek ve değişecektir. İlk okuduğum zamanlar yaşımın verdiği çocukluktan olsa gerek sadece gülerdim, bana eğlenceli gelirdi, sonra büyüdüm ve tekrar okudum vay be aslında şuna atıf yapıyormuş ben görüneni okumuşum sadece dedim ve çocuk aklıma güldüm bu sefer de. Eminim ki, hala anlatmak istediği birçok şeyi tam anlamıyla alamıyorum, daha çok okumam ve onun konu ettiği zamanları bilmem gerekir. Kısacası, benim okumalarıma daha çok misafir olacak ve düşüncelerim arasında uçurumlar oluşturacak diye düşünüyorum. :)

Bu seçilmiş öyküler kitabında da, toplumun aksak yönlerine, akılcı geçinenlere, başkalarını ezip yükselmeye çalışanlara, en namuslu kendileri geçinenlere, bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın ben keyfime bakayım diyenlere ve bunun gibi nicelerine bakış atacaksınız.

Seçilmiş öykülerden oluşan bir kitap olduğu için; kitapların okuyanlara ya da bazı yerlerde yayınlanan öykülerine bakış atanlara bazıları tanıdık gelebilir, benim de arasında ben bunu daha önce okumuştum dediğim bazı öykülere rastladım ama aradan geçen zamandan mıdır nedir eksik kalmış kısımları vardı, onları tamamlamış oldum.

Kitapta altını çizdiğim bazı satırlar:

- Memlekette sözünü tutan adam kalmamış. Bir söz verdin mi, ölsen bile sözünü tutacaksın. Söz ne demek? Söz demek, namus demek. (syf. 9)

-   Sayın politikacımızın odasına girdim. Bir kitaba dalmıştı:
   "Ne okuyorsunuz üstat?" dedim.
   "Demokrasinin canına okuyorum" dedi. (
syf. 24)

- Ticaret, tatlı iş kardeşim, dedi. Parayı veren malı alamayacağını biliyor. Parayı alan da malı veremeyeceğini biliyor. Ama ne var ki, bir ümit işte... Hani, "belki" yok mu? Belki bulur da biyerden getirir. (syf. 35)

- Asıl yardım gizli olur, dedi, iyilik kimin tarafından yapıldığı belli olmayandır. (syf. 154)



*Alıntılar; Nesin Yayınevinin 2006 senesinde yayınlanan baskısına aittir.

21 Ekim 2018 Pazar

Mine Söğüt'ten Deli Kadın Hikayeleri




Kitapta 21 hikaye var, bu hikayeler öyle okuyup geçeceğiniz tarzda olmayıp aksine okudukça ruhunuzu kanatmakla kalmayıp düşüncelerinizden kaçmak isteyeceğiniz kadar iç karartıcı. Kitaptaki öykülerin çıkış noktası delilik, delirerek ölenlere diye başlıyor ama onları bu noktaya getirenler neler onları görüyoruz. Yaşanılanlar hiç kolay değil, kadın olmanın en zor hallerini gözler önüne sermiş yazar; tecavüz, istismar, şiddet, travmalar vb. Her öykü farklı bir olumsuzluktan beslenmiş. Bunlar günümüzün de değişmezleri olduğu için okurken insan etkilenmeden geçemiyor. 

Kitabın sayfa kalitesi o kadar güzel ki, pürüzsüz , parmaklarınız sayfalarda kayıp gidiyor, bunu neden bu kadar ayrıntılı ifade ettiğime gelirsek bana sanki anlatılanların ağırlığına, yapılanların çirkinliğine, kadınların bedenen ve ruhen çektiklerine inat hayatın yine de kaldığı yerden devam edişini simgeliyor, hayata yeni bir sayfa açmak gibi aynı.[ Sayfa kalitesini de buna bağlayan benden başkası da yoktur sanırım. :)] 

Bazı sayfalar arasında yer alan görseller beni ürkütmedi dersem yalan olur, o kasvetli havayı çok güzel yansıtmışlar. Onlara da ayrıca bayıldım. Hikayelerle birlikte düşününce etkisi daha vurucu oluyor. 

Yazarın dili sıradan değildi, anlatım herkese hitap etmeyebilir, gününde okunmadığında etkileyiciliği azalabilir, benim için doğru bir tercihti. 


Deliliğe yakın hissettiren alıntılardan bazıları; 


- Hiçbir ev kadını kendini mutfakta asmaz. Yemeklere yas sıçratmaz. (syf. 12) 

- Hani derler ya insan ölürken hayatı bir film şeridi gibi gözlerinin önünden geçermiş, yok çocuğum, yalan. Ben ölüyorum ve hayatım bir film şeridi gibi gözlerimin önünden falan geçmeyecek. Hissediyorum. Ben unutmak istiyorum doktorcuğum. Eskiden olan her şeyi unutmak. İnsan ölürken geçmişi hatırlarsa çok üzülür değil mi? İnsan ölürken kendi kendini niye üzsün ki? (syf. 20) 

+Deli olduğunun farkında mı?'' 
   - Evet farkında.'' 
   + Deliliğinden kurtulmaya çalışmamış mı hiç... iyileşmeye?'' 
   - Hayır. O çok sevmiş deliliğini.'' 
   + Nereden anladınız bunu?'' 
  - Bir zamanlar yatağının durduğu yerin tavanına takılı kancalardan... kendini öldürme fikrini bu kadar çok seven biri kendini de çok seviyor demektir. Kendini ve deliliğini... (syf. 44) 

- Deliliğin cazibesi ne kadar tehlikelidir bilemezsiniz... (syf. 119) 

- Modern bir mezarlık arıyoruz. Birlikte geçmişi ve geleceğimi gömeceğiz. (syf. 155) 


* Alıntılar; Yapı Kredi Yayınları'nın 2017 senesinde yayınlanan 13. Baskısına aittir. 
* Fotoğraf; bana bu kitabı hediye eden, kitaplar ile anılarımızı iyice zenginleştirdiğim arkadaşıma aittir.

17 Ekim 2018 Çarşamba

Edmondo de Amicis-Çocuk Kalbi


İlk okuduğum zamanı hatırlamıyorum, kim bilir kaç yıl geçti üzerinden, kısaltılmış baskıydı ama onu çok iyi biliyorum, ona rağmen beni çok etkilemişti, sanırım yaş olarak kahramanımıza daha yakın olduğum dönemler olması bunda büyük etkendi. :)

Aradan baya zaman geçti, arkadaşlarla bir araya geldiğimizde muhabbet arasında konusu açıldı o zaman üzerine konuşurken uzun halini de okumayı istiyorum, eminim büyüdükçe daha başka bir tat alacağım demiştim ve sağ olsun bir arkadaşım hediye olarak aldı. :) 

Arayı daha fazla uzatmadan hemen okumaya başladım, sanki yıllar sonra arkadaşımla yolda karşılaşmışız gibi bir histi. Geçmiş yıllar üzerine sohbet eder gibi çevirdim sayfaları.

O kadar güzeldi ki hiç bitmeseydi dedim.
3. sınıf öğrencisi Enrico'nun tuttuğu günlük. Okulları Ekim'de açıldı , son sınavların bittiği Temmuz'a kadar belli günlerde yaşadıkları, arkadaşlarıyla, ailesiyle ilişkilerini yazdığı satırlar size özel dünyasının kapısını aralıyor.
Kendi ilişkilerini yazarken aslında arkadaşlarının her birinin kendine özel dokunaklı hikayelerini de okumuş oluyorsunuz. Bir de öğretmenlerinin verdiği her aya özel bir hikaye ödevi var ki o da ahlaki değerleri içeren yer yer gülümsemenizi çoğu zaman da duygularınızı doruklarda yaşamanıza olanak sağlıyor.

Kitabın son sayfasına kadar onların aralarında ben de bir sırayı paylaşan bir öğrenci gibi hissettim ama okul kapandığı zaman ise her öğrenciyi o kadar benimsedim ki sınav sonuçlarını öğretmeni okuduğunda onların aileleri gibi ben de heyecanlandım. :)

Her duyguyu tekrardan yaşayabildim, içimdeki çocuk hala büyümemiş bunu anlamış oldum ve bu beni ayrı mutlu etti. 

Altını çizdiğim bir sürü alıntı arasından sadece birkaçı:

- Çalışmak insanı kirletmez. İşten dönen bir işçiye asla "pis" deme. "Kıyafetinde işinin, emeğinin izi var" de. Hatırla bunu. (syf. 61)

- Öğretmenini say, onu sev, evladım. Sev çünkü kendisini sonradan unutacak pek çok gence hayatını adıyor, çünkü senin zihnini açıp aydınlatıyor, ruhunu eğitiyor. (syf. 79)

- Haset yılanının içinize girmesine izin vermeyin: O zihni kemiren ve kalbi kötü yola sevk eden bir yılandır. (syf. 104)

- Görünüşe bakılırsa okul herkesi eşit ve arkadaş kılıyor. (syf. 160)


*Alıntılar, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınlarının 2015 senesindeki 8. baskısına aittir.

15 Ekim 2018 Pazartesi

Katherine Mansfield-Çocuksu Bir Şey



Yazarın okuduğum ilk kitabıydı, öykü okumayı çok severim, o yüzden de kitabı okuma listeme eklemiştim. 

Kitap hakkında gözüme hiç yorum çarpmadı, o yüzden olumlu-olumsuz görüşlere maruz kalmadım, beni etkileyecek bir durum olmadan da kitabı bitirmiş oldum. :)

Hayatın içinden çok da önemli olmayan herhangi bir konu üzerine sohbet edercesine diyaloglarla desteklenmiş kısa öykülerden oluşuyor. Hatta bazı öykülerin bir olay örgüsü bile yok, başlamasıyla bitmesi bir oluyor, sadece size duygu aktarımları ve karşıt fikirlerin anlaşmazlığı sonucu ortaya çıkan düşünceler kalıyor.

Birkaç öykü beni çok etkiledi, bunda da olay bütünlüğü ve bazı kelimelerin kullanımın birbirini çok güzel tamamlaması oldu, sayfalarca bir olayı okursunuz ama orada geçen bir kelime aslında olayın kilit anahtarı konumunda olur, sizi etkiler, öyle bir hissiyat verdi bana. :)

Genel olarak bakarsam ama daha güzel öyküler okudum, bu öyküler onların yanında beni aman aman etkilemedi. Eğer öyküyle aranız yoksa tercih ederken birkaç kere düşünmenizi tavsiye ederim, çok cazip gelmeyebilir. Öykü okumayı sevenlerdenseniz de beklentinizi düşük tutmanızı öneririm.

Son olarak da benim okuduğum eski basımıydı yenilerde nasıldır bilemiyorum ama bazı konuşmalarda geçen yabancı dildeki konuşmaların çevirileri yoktu, dipnot şeklinde onları da okumak isterdim. Ayrıca, sonraki basımların kapakları daha renkli ve beni oku diyor resmen, eskilerin düz beyaz olması beni pek açmadı. :) 

Altını çizdiğim bazı satırlar:

- Ah, dedi küçük kız, başım senin yüreğinin üstünde; çarptığını duyabiliyorum. Ne kadar büyük yüreğin var, babacım canım. (syf. 73)

- (..) bir şeyleri konuşacak kimseniz yoksa kısa sürede kafanızdan uçup gidiyordu olaylar. (syf. 77)

- Yüreklilik, söz dinlemeyen köpeğe benzer, bir kez kaçmaya koyuldu mu ne kadar çağırmaya kalkışsanız o kadar hızla koşar. (syf. 86)

- "Niçin tutkularını yadsımakta direniyorsun? Niçin utanıyorsun onlardan?" diye üsteledi.         "Utanmıyorum. Ama üstlerini örtüp bırakıyorum, yalnızca arada bir ortaya çıkartıyorum, tıpkı sevdiğim insanlar çaya geldiğinde çıkardığım özel küçük reçel kavanozları gibi." (syf. 95)


*Alıntılar; Türkiye İş Bankası'nın 2013 senesindeki I. baskısına aittir.

13 Ekim 2018 Cumartesi

Harper Lee-Bülbülü Öldürmek



Bazı kitaplar okunmak için geç kalınmıştır ama konu olarak aslında hala yabancılık çekmezsiniz, işte onlardan biriydi bana göre. Evet daha önce okumalıydım dedim, neden ertelemişim ki diye düşündüm ama konu olarak aslında geçen yılların pek bir şey değiştirmediğini de gördüm.

Çocukların gözünden yazılan kitaplara bayılıyorum, belki de süssüz ne olursa gerçekçi şekilde yalan-dolan olmadan açıkça gözler önüne serildiği için olabilir. Bu kitapta da yaşanılan ayıbı bir çocuğun gözünden görüyorsunuz.

Konu olarak ırkçılık karşınıza acımasızca çıkıyor. Siyah-beyaz kavramını net olarak satırlarda görüyorsunuz. Siyahi olmamanın bir lütuf olarak görüldüğü satırları, insanlık dramı olarak okuyorsunuz.

Bir de bir karakter var ki Atticus-olayı anlatan Scout'un babası, ne güzel bir yüreğin var diyor insan. Kendine zarar verecek bir şeyde bile sırf evlatlarının güveni zedelenmesin diye her şeye göğüs geren bir baba.

Kitabın çevirisini de dilini de çok sevdim, bazı dipnotları insanı dönem hakkında aydınlatıyor, bu da olayın içine daha rahat girmenizi sağlıyor. Yer yer kızdım, bazen meraklandım, birçok satırda da gülümsedim. Söylenecek çok şey var aslında ama daha fazla ipucu vermemek adına susuyorum. :)

Tavsiye ederim.

Altını karaladığım bazı satırlar şu şekildeydi:

- Öğreneceğin şeylerin çoğunu kitaplardan öğrenmeyeceksin. (syf. 26)

- (..) ama başka insanların yüzüne bakabilmek için ilk önce kendi yüzüme bakabilmeliyim. (syf.135)

- Çoğunluğa bağlı olmayan tek şey insanın vicdanıdır. (syf. 135)

- İnsanlar genelde neyi görmek istiyorlarsa onu görür, neyi duymak istiyorlarsa onu duyar. (syf. 220)

- "Galiba ben büyüyünce soytarı olacağım," dedi Dill. Jem'le ikimiz yürümeyi bıraktık. 
   "Evet efendim, bir soytarı," dedi. "Dünyada başka insanlar için yapabileceğim hiçbir şey yok, gülmekten başka, işte bende bu yüzden bir sirke katılıp gülmekten öleceğim".
   "Ters söylüyorsun Dill," dedi Jem. "Soytarılar kederlidir, insanlar onlara gülerler".
(syf. 272)

- Bizim mahkemelerimizde, beyaz adamın dünyasıyla siyah adamın dünyası karşı karşıya geldiğinde, her zaman beyaz adam kazanır. Bu ne kadar çirkin olursa olsun hayatın bir gerçeği. (syf. 278)

- Hayatımdan çıkıp gitti ama aklımdan çıkmış değildi; onu özledim. (syf. 301)


*Alıntılar, Sel Yayıncılık'ın 2016 senesindeki 17.baskısına aittir.

11 Ekim 2018 Perşembe

Sabahattin Ali'nin Yeni Dünya'sı




Evet, yazarın bir kitabını daha bitirdim, tüm kitaplarını okuma yolunda adım adım ilerliyorum. 

İçerisinde 13 öykü bulunan bu kitabı bir solukta okumak yerine tam anlamıyla sindire sindire okudum diyebilirim. Yazarın en sevdiğim yönü; sadece yaşadığı dönemde değil günümüzde de güncelliğini koruyacak olayları yazmış olmasıdır. Bazı karakterleri etrafınızda görmüşsünüzdür ya da bir yakınınızın başına gelmiştir de ondan duymuşsunuzdur, o derece tanıdık. Sizi şüpheye düşürecek tek şey öykülerin sonundaki tarihler, onları yok saydınız mı her şey yerli yerine oturuyor. 

Bazı hikayeler kısa olmasına rağmen vurucu etki yapıyorlar resmen; Ayran öyküsü onlardan biriydi benim için. Başkahraman ile aynı çaresizliği hissettim, çok üzüldüm, çok da kızdım. Isıtmak İçin adlı hikayede de aynı duyarsızlığı, aynı haykırışları, sessiz çığlıkları yaşadım. 

Her öyküde içime işleyen, işte şurası kırılma noktasıydı dediğim birçok hayata tanıklık ettim. Anlatmaya kalksam her öyküden bir şeyler karalarım, yüreğime her biri dokundu, ben sevdim, yaşanılanları olmasa da aktarımları en azından. 

Öykü sevenler için tavsiye edebilirim, sevmeyenler için de belki hepsi olmasa da biri yüreğinin saklı bahçesine filizlenmeye başlar bir denesen keşke diyebilirim.


Kitabın dünyasında beni etkileyen alıntılardan bazıları:

- Gitgide daha kuvvetlenen keskin bir gübre kokusu beni daha çok buraya yaklaştırdı. Köy yaşayan, çalışan bir mahluktur ve bu koku onun ter kokusudur. (syf. 8)

- Aptal mıdır nedir ? Boyuna kitap okuyup düşünür .Biz de çok okuduk ,ama faydası olmadı. (syf. 25)

- Kim olursan ol... Dünyada kendisi için hiçbir şeyi olmayan bir insanın bile başkalarına yardım edecek bir şeyi vardır... Hiç olmazsa bir tek sözü. (syf. 45)

- Kaçmak, her zamanki gibi, her şeyden kaçmak... Görmekten, duymaktan ve beraber ızdırap çekmekten kaçmak. (syf. 47)

- Hepsi bir varmış, bir yokmuş. İyi gün de, kötü gün de düş gibi gelip gidiyor. (syf. 64)

- Bir tek ümidim, ayakta duramayacak kadar yorgun oluşumdu. (syf. 69)


*Alıntılar, Yapı Kredi Yayınları'nın 2017 senesindeki 22.baskıya aittir. 

9 Ekim 2018 Salı

Korku Vadisi'nde Sherlock ile iz peşinde..


Başka yayınevinden çıkan tüm hikayelerini okudum diyebilirim, aradan geçen zamandan sonra hem hatırlatma olsun hem de İş Bankası serisini tamamlamam adına minik bir adım olsun diye edindiğim kitabı bir solukta okudum diyebilirim. 

Her zamanki gibi Sherlock ve Dr.Watson'ın atışmalarını okurken birden gizemli bir haber geliyor ve kendimizi bir dizi olayı incelerken buluyorsunuz. Ondan sonrası her ipucu ile ufak çapta bir beyin fırtınası yaparak geçen sayfalardı benim için. İki bölümden oluşuyordu, ilk bölümde olayı çözümlerken diğer bölümde ise olayın kahramanının ardındaki sır perdesini aralıyorsunuz. Birbiriyle bağlantılı, şimdiki ve geçmiş zaman arasındaki bir köprü görevini kurmuş oluyoruz okurken. :)

Benim için ilk bölüm daha keyifliydi, diğer bölümde Sherlock'un olmamasından dolayı olabilir, onun muzip ve şaşkın hallerini okumak daha hoş :) ama diğer bölümün de hakkını vermem gerekir ki ters köşe yaptığı satırlar oldu. 


Sherlock ile mercek altına aldığım bazı satırlar şu şekildeydi:

- Sıradanlığın azı çoğu olmaz, ama yetenekli kişi dehayı görür görmez tanır. (syf.11)

- Bu yalnızca bir hayal ürünü, kabul ediyorum, ama gerçekler ne kadar da sık hayal gücünden doğar. (syf. 69)

- Eğer yüreğiniz cüsseniz kadar büyükse ve ruhunuz yüzünüz kadar iyiyse, bundan fazlasını istemem. (syf.116)

- #Gökyüzünde kalın bulutlar var.
  +Ama gökyüzü sonsuza dek masmavi olacak.
(syf.122)


Aslında daha çok satır vardı ama ben kendimi Sherlock rüzgarına kaptırınca not almayı unuttum. 

221B sokağındaki evinin kapısını çalacağım yeni hikayelerle en kısa zamanda tekrardan peşine düşeceğim Sherlok, bekle beni. :) Dr.Watson'ın yerinde gözüm var resmen, eminim onun gibi olayları hep sonradan çözer ve şaşkınlık içerisinde kalırım, en olmazsa olmaz durum ise farkında olmadan olay hakkında hiç fark edilmeyeni fark ettiririm, kendim gerçek anlamda fark etmediğim halde. 

Kısacası, benim için keyifli bir okumaydı, daha önce okumuş olmama rağmen birçok noktayı hatırlamadığım için yap-boz'un parçalarını tamamlamış oldum.


*Alıntılar; Türkiye İş Bankası Kültür Yayınlarının 2017 senesindeki 7.baskıya aittir.

7 Ekim 2018 Pazar

Livaneli'nin Son Ada'sında gezinti


Bir ada düşünün, yıllar önce çok zengin bir iş adamı satın almış, yaşlıĺık yıllarını hizmetçileriyle birlikte yaptırdığı güzel malikanesinde geçiriyor, şehrin gürültü patırtısından uzak balığını tutuyor, hamakta uzanıp şekerlemesini yapıyor, zamanla yalnızlıktan sıkılmaya başlayınca da eşine dostuna haber ediyor onların da orada ev yapmasına olanak sağlıyor ama bu ev sayısını 40 ile sınırlandırıyor çünkü adanın doğal güzelliğinin, sessizliğinin, binbir türlü ağacı, çiçeği, hayvanı barındıran ormanın güzelliğinin bozulmasını istemiyor. 


Ve siz de yazarın anlatımıyla sanki bu cennet adanın gizli ev yaptırmış 41. ailesi olarak oradaki olaylara tanıklık etmeye başlıyorsunuz, anlatı o kadar içten ki her şey gözlerinizin önünde gerçekleşiyor.


Evet, bu kadar şahane bir yerde ne olabilir ki anlatılacak diye başlıyorsunuz kitaba, oh mis gibi doğayı iliklerimizde hissedeceğiz derken anlatıcı daha ilk sayfalarda o can alıcı cümleyi kuruyor, aynı masallardaki gibi ' mutlu bir şekilde yaşayıp giderken adamızda bir kişinin vefatıyla onun evini satın alan bir emekli bürokratın adaya yerleşmesiyle artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı'. Bundan sonra anlatılanlar sizi şok etmeyecek çünkü tarihimizde biz bunları yaşadık, ne acıdır ki de yaşamaya devam edeceğiz gibi görünüyor. 


Bir doğa nasıl katledilir, insanlar nasıl değişir, alışarak nasıl her gün yavaş yavaş yok olunur, üzülerek, sinirlenerek okuyacaksınız. 


Kitabın en sevdiğim noktası olaylar anlatılırken bazen ufak ayrıntılar üzerinde duruluyor, acaba ne derken, yazar ilerleyen sayfalarda olay örgüsü içinde onun cevabını size aynı heyecanı hissettirerek veriyor. 


Kitapta Orwell'ın Hayvan Çiftliğini okurken hissettiğim duyguları yaşadım ama anlatım olarak o masalsı bu hikaye gibiydi benim için, bu daha yakındı belki de yaşadıklarımıza, o yüzdendir. 


Ben çok sevdim ama anlatılanları değil elbette ki, cennetten cehennem olabildiyse tam tersi de neden olamasın dedirtmesini, düşündürmesini sevdim. Tavsiye ederim.

5 Ekim 2018 Cuma

Cemal Yıldırım ile Bilimin Öncüleri'ne Bakış





Kitapla tanışmam babam sayesinde olmuştu, her zaman mutlaka kitapçıya uğradığında 3-5 tane alır ve öğrencilerine hediye ederdi, hatta arada fuarlara gittiğimizde yine bulursam alırım diye bakınırken bulurum kendisini. :)

Kitaplığımı düzenlerken denk geldim, eskiden okumuş olsam da birçoğunu hatırlamadığımı fark ettim. Bu sefer bir solukta okumak yerine günlere yaya yaya okudum, her ne kadar kuramlara dair bilgileri çok basite indirgeyip verse de fırsatım oldukça bilim insanlarının hayatlarını farklı kaynaklardan incelemeye çalıştım.

Kitabın giriş kısmında bilim nedir ne değildir, kısa bir tarihine bakış atarak kitaba alıştırması ardından bilimsel yöntemler üzerine bilgiler vermesi, hipotez gözlem ilişkisinden bahsedip kuramların yapı ve işlevlerine değinmesi benim gibi bu konularda az bilgiye sahip olan biri için oldukça faydalı oldu. 

Bunların ardından gelen bölümde ise kitabın adını alan 26 bilim insanı hakkında fazla ayrıntıya girmeden ama oldukça doyurucu bilgiler yer almaktadır. Benim sevdiğim nokta; 5-10 sayfalık anlatımlarla hem ailesine hem eğitimine hem de yaptıklarına dair bilgileri fazla ayrıntılarla zihni yormadan aktarabilmesiydi. Kaynakça kısmındaki kitapları da fazladan bilgiye ulaşmak adına incelemek faydalı olabilir. 

Makale tarzında akademik dille yazılmaması ve duygu ve düşüncelerin sohbet edercesine akıcı bir dille ifade edilmesi, anlaşılırlık açısından çok iyiydi. Anıların anlatıldığı satırları daha çok sevdim.


Kitapta sevdiğim alıntılardan bazıları da şunlardı:

- Öklid'in bilimsel kişiliği, unutulmayan iki sözünde yansımaktadır: Dönemin kralı I. Ptolemy, okumada güçlük çektiği Elementler'in yazarına, "Geometriyi kestirmeden öğrenmenin yolu yok mu?" diye sorduğunda, Öklid "Özür dilerim, ama geometriye giden bir kral yolu yoktur" der. Bir gün dersini bitirdiğinde öğrencilerinden biri yaklaşır, "Hocam, verdiğiniz ispatlar çok güzel, ama pratikte bunlar neye yarar?" diye sorduğunda, Öklid kapıda bekleyen kölesini çağırır, "Bu delikanlıya 5-10 kuruş ver, vaktinin boşa gitmediğini görsün!" demekle yetinir. (syf. 54)


- Eratosthenes 81 yaşında öldüğünde en küçük bir mal varlığı yoktu; ama bıraktığı dünya doğduğundaki dünyadan bilgi birikimi ve araştırma yöntemi bakımından çok daha zengindi. (syf. 65)


- Tüm ilgi alanlarında evrensel bir deha, yetkin bir örnek sergileyen Leonardo da Vinci, son günlerinde, zengin yaşam öyküsünü basit bir tümcede dile getirmişti: "Nasıl yaşamam gerektiğini anlamaya başladığımda, nasıl ölmekte olduğumu gördüm." (syf. 71)


- Büyük bilim adamı Newton ölümünden kısa bir süre önce kendinden şöyle söz etmişti: "Dünyaya nasıl göründüğümü bilmiyorum; ama ben kendimi, henüz keşfedilmemiş gerçeklerle dolu bir okyanusun kıyısında oynayan, düzgün bir çakıl taşı ya da güzel bir deniz kabuğu bulduğunda sevinen bir çocuk gibi görüyorum." (syf. 122)


- Bilim düşünsel bir etkinliktir; yeri laboratuvarla değil, zekâ, imgelem ve istenç gücüyle sınırlıdır. (syf. 149)


- Büyük bilim adamı Louis Pasteur ölümünden önce yaşam felsefesini şöyle özetlemişti: "Hiç kuşkum yok ki, Bilim ve Barış cehalet ve savaşı yok edecektir. Ulusların yıkmak, yok etmek için değil, yaşamı yüceltmek için birleşeceğine, geleceğimizi bu yolda, uğraş verenlere borçlu olacağımıza inanıyorum." (syf. 159)


- Einstein'ın da ömür boyu süren düşü şuna yönelikti: Doğanın tüm güçlerini (gravitasyon, elektrik, manyetizma, vb.) "birleşik alanlar" dediği temel bir ilkeye bağlamak. Bu düşün gerçekleştiği söylenemez belki; ama Einstein, çağdaş fiziğin egemen akımı dışında kalma pahasına, umudundan hiçbir zaman vazgeçmez. Evrenin nedensel düzenliliği onda bir tür dinsel inançtı. "Seçeneğim kalmasa, doğa yasalarına bağlı olmayan bir evren düşünebilirim belki; ama doğa yasalarının istatiksel olduğu görüşüne asla katılamam. Tanrı, zar atarak iş görmez!" diyordu. (syf. 198)


*Alıntılar, Tübitak Yayınlarının 2005 senesindeki 23. baskıya aittir.

3 Ekim 2018 Çarşamba

Marcel Proust- Swann'ların Tarafı / Kayıp Zamanın İzinde-Birinci Kitap)




Kayıp Zamanın İzinde serisinin ilk kitabıydı, gerçekten de öyle bir anlatım ki her karakterle varlığınızı hissedip onlarla duygunuzu dışa vuruyorsunuz, bazen de onların duygularının ağırlığı altında zamanda kaybolup görünmez olmak istiyor ve okuyucu kimliğiyle onların duygularını sadece içinizde hissedebiliyorsunuz. Sanki kelimeler değil de duygular dizilmiş satır satır, her karakterle de hayat bulmuş o ifadeler. 


Karakter dağılımı o kadar idealdi ki hiçbiri birbirinin önüne geçemiyordu, hani bir oyun seyredersiniz bütün oyun boyunca gördüğünüz kişinin anlatımlarından çok biri sahneye çıkar ve tek cümle kurar, sizi en zayıf noktanızdan yakalar ve koca oyun boyunca sizi büyüsü altına alır, burada da önemsizmiş gibi kısa süreli sahneye çıkan karakterler de öyle cümleler kuruyor ki 'işte bu!' diyorsunuz. 


Kitap hakkında olumsuz en çok söylenenler; uzun uzun cümleler ve sonu gelmez betimlemeler olduğu ifadesidir. Evet, bunu kimse inkar edemez, gerçekten de uzun bir paragrafın, virgüllerle birbirini takip eden uzun ifadelerle dolu olduğuna sık sık rastlıyorsunuz. Benim katılmadığım nokta ise bunların anlaşılmaz ve de çok sıkıcı olması. Tabi bu da zevk meselesi. Ben ayrıntılı betimlemelerin, anlatılanları tam anlamıyla gözümün önünde canlandırabilmeme fırsat tanıdığı için seviyorum. Şu da bir gerçek ki, basit bir bulutun, havanın, ıhlamur çayının ve bunun gibi bir sürü her an hayatımızda var olan olay ve durumların başka bir kavramla bağdaştırılarak size aktarılması, o duyguyu sizde uyandırması göz ardı edilecek bir yetenek değil.


Birebir aynısı değil de aklımda kalan kadarıyla kitabın bir yerinde şöyle bir cümle vardı; 'annemin masada anlattığı olay ıssız bir çölü andırırken birden ondan bahsetmeye başlamasıyla mevzu o ıssız çölde esrarengiz bir çiçeğin açmasına dönüştü.' Bana göre, duygudan, derinlikten uzak bir çok kitap arasında Proust da betimlemeleriyle ruhumuzda açan bir çiçek. :) 


Kitapta altı çizilesi çok yer vardı ama benim için şurada dursun dediğim satırlar; 


-Akşam odamda uyuyamadan, tek başıma geçireceğim sıkıntılı saatleri düşünmek istemiyordum; ertesi sabah unutmuş olacağıma göre, bu saatlerin hiçbir önemi olmadığına kendimi ikna etmeye, bir köprü gibi, beni önümdeki korkunç uçurumun ötesine geçirebilecek, geleceğe ilişkin düşüncelere tutunmaya çalışıyordum. (syf.32)

-Evimde gereksiz eşyaların hepsi var şüphesiz. Sadece gerekli olan şey eksik: buradaki gibi kocaman bir gökyüzü parçası. Hayatınızın üstünde hep bir gökyüzü parçası bulundurmaya çalışın. (syf.86)

-Hayatı önemsemediklerini mi ? Peki hayatı önemsemeyeceksek, neyi önemseyeceğiz? Hayat yüce Tanrı'nın asla iki kere bağışlamadığı tek nimettir.

-Camda, bir şey çarpmış gibi ani bir ses, ardından, sanki yukarıdaki bir pencereden aşağı kum atılıyormuş gibi gevşek, hafif bir dökülme sesi duyulur, sonra dökülme sesi yayılır, düzenli bir ritim kazanır, akışkan, titreşimli, melodik, gür ve evrensel bir hal alırdı: Yağmurdu bu. (syf.129)

-.. sadece nicelik açısından bakıldığında bile, hayatımızın her günü eşit değildir. Benimki gibi biraz sinirli mizaçlar , günleri katetmek için otomobillerdeki vitesler gibi farklı hızlarla donatılmışlardır. Tırmanması müthiş uzun süren, yokuşlu, zahmetli günler vardır, şarkı söyleyerek süratle aşağıya kaydığımız inişli günler vardır. (syf.394)


*Alıntılar; Yapı Kredi Yayınları'nın 2018 senesinde yayınlanan 18.baskısına aittir.
* Fotoğraf; bu kitabı okurken ortak okuma kardeşliği yaptığım arkadaşıma aittir.

Diğerlerinden Daima Bir Adım Önde Olanlar :)