31 Aralık 2019 Salı

Marcel Proust__Albertine Kayıp (Kayıp Zamanın İzinde - Altıncı Kitap)


Bir süredir hem kitaplarımdan hem de buralardan uzaktım. Kişisel sebeplerden dolayı uğrayamadım ama çok özlemişim buraları, vakit geçirince bunu daha da iyi hissettim. Bu yılın son yazısını sevdiğim yazar Proust'um ile yapalım istedim. Son kitabı okumaya da yeni yıla girdiğim saatlerde yapacağım. :) Herkese şimdiden güzel bir sene dilerim, her istediğinizin olması dileğiyle. Sevdikleriniz hiç hayatınızdan eksik olmasın. Tekrardan mutlu seneler. 💚
____________________________________________

Kayıp Zamanın İzinde serisi benim için bir dizi gibi devam ediyor, Mahpus kitabının son sayfalarında çok etkili bir sezon finali yapmıştı, Albertine Kayıp ile içimdeki o büyük heyecan ve merakla kaldığım yerden yeni sezonla devam ediyorum. 

Evet, Mahpus kitabındaki son sahneyi hatırlarsak Albertine her ne kadar gidişinin sinyallerini vermiş olsa da başkahramanla o kadar çok vakit geçirdiğimden olsa gerek onun gibi sürekli yok ya gitmez, yine düşüncesi değişir, bizi şaşırtır tarzında düşüncelere sahiptim. Gerçekleşeceğini bildiğim sondan kaçış ne yazık ki mümkün olmadı ve Albertine gitti. Seri boyunca ağzından her çıkan cümleyle beni gülümseten François’den gelen bu haber, bu sefer beni üzmüştü. Albertine’nin gidişi mi beni üzdü yoksa kahramanımızın düşüncelerinde bile ayrılırken pişman olması aklıma geldiğinden, onun bu durum karşısında yaşayacağı hisleri mi beni tedirgin etmişti bilemiyordum. Bu düşüncelerin ardından nihayet kitabı okudum ve yine çok sevdim. 

Kitap, ilk cümlesiyle - "Mademoiselle Albertine gitti!"- üzüntülü bir yolculuğa başladığımın sinyallerini vermişti. Bundan sonrası ise Albertine’nin yokluğunun kahramanımızın gözünden bize yansımalarıydı. Açıkçası, kitabı okurken yazar o kadar güzel betimlemeler ile düşüncelerini ifade ediyordu ki onların büyüsüne kapılıp Albertine dönecek mi dönmeyecek mi konusunu merak edecek fırsatım bile olmadı. 

Kahramanımız, Albertine yanındayken cevabını almasının kolay olacağı konularda bile o kadar çok ikileme düşüyordu ki, şimdi onun yokluğuyla iyice düşünceleri karmaşıklaşıyor. Açıkçası bir sayfada sayısız kere fikir değiştirmesi ve mantıklı olandan iyice uzaklaşması yer yer kahramanı yakasından tutup silkelemek istememe neden olmadı diyemem, kıyamadım ama yine ona. Özellikle de Albertine’e yazdığı mektubu okuduğum kısımlar, annesiyle tren yolculuğu sırasında yaptığı konuşmalar en keyif aldığım yerlerdi, çok güldürdü beni. :) 

Kitabın başından sonuna kadar kıskançlığın sayısız haline tanık oldum diyebilirim. Yazar uzun uzun kıskançlık üzerine düşüncelerini paylaşmış, onları bazı yerlerde somutlaştırmış ve benim altını çizmekten keyif aldığım o yazım ifadesine dönüştürmüş. Şu zamana kadar en çok altını çizdiğim kitap buydu. :) 

Her ne kadar kitabın büyüsünü bozmamak adına söyleyemesem de kitapta çok şaşırdım zamanlar yaşadım. O kısımları okurken üzüldüğüm daha sonra umutlandığım ama yine hayal kırıklığı yaşadığım anlar oldu. Birçok duyguyu bir arada hissettiğim nadir kitaplardan biri oldu benim için. Venedik’te geçen kısımlar ve onunla gezdiğim yerleri gözümde canlandırmam ise en canlı anlarımdı. 

Serinin sonlarına gelindiğinden olsa gerek o kadar çok şey yaşanmış ki sanki yakın bir dostumuzla geçmişten bahsediyormuş gibi hissettiğim zamanlar oldu. O eski konulardan bahsederken hep başkahramanın gözünden bakmıştım, olayın diğer kahramanın bakış açısıyla da birçok gerçeği görebildiğim için ayrıca güzeldi. 

Ve ben yine bu kitabın ardından kısa bir sezon finali yapıyorum, büyük final için de hem biraz buruğum hem de oldukça heyecanlı. Seriye veda edişim zor olacak gibi görünüyor. :)

Kitapta altını çizmekten keyif aldığım bazı satırlar:

- Benim nazarımda bir hiç olduğunu zannettiğim şey, demek ki aslında bütün hayatım, her şeyimdi.
(syf 7)

- Ne var ki, gerçekte insanlar nadiren dostça ayrılır, çünkü arada dostluk varsa, zaten ayrılmazlar! (syf 12)

- Bir romanı okurken, kadın kahramana sevdiğimiz kadının yüz hatlarını yakıştırmamanın imkânsız olduğunu biliyordum. Ama kitap mutlu bir sona bağlansa da, bizim aşkımız olduğu yerde saymıştır ve kitabı kapattığımızda, sevdiğimiz, romanda nihayet bize gelmiş olan kadın, hayatta bizi daha fazla sevmemektedir. (syf 39)

- Acının dinmesi mi? Ölümün var olan şeyi silip geri kalan her şeyi olduğu gibi bıraktığına, diğerinin varlığını sadece bir ıstırap kaynağı olarak algılayan kişinin kalbinden ıstırabı çekip çıkardığına, ıstırabı çıkarıp, yerine başka bir şey koymadığına gerçekten inanmış olabilir miydim? (syf 62)

- İnsan gönlünde yatanların ne kadar azını biliyor! (syf 62)

- (..) çoğu kez, âşık olduğumuzu anlamamız, hatta belki âşık olmamız için, ayrılık gününün gelip çatması gerekir. (syf 92)

- Ara sıra, kalbimle hafızam arasındaki iletişim kopuyordu. (syf 112)

- Eski günler yavaş yavaş daha önceki günlerin üzerini örter, sonra da onları izleyen günlerin altına gömülürler. Ama nasıl ki dev bir kütüphanede en eski kitapların bile muhtemelen kimsenin arayıp sormayacağı birer nüshası bulunursa, her eski gün de içimizde yerini almıştır. (syf 128)

- Hayatımız boyunca yalan söyleriz, hatta özellikle, belki de sadece, bizi sevenlere yalan söyleriz. (syf 194)

- İnsan ulaşamadığı veya kesin olarak ulaştığı hedefleri kolaylıkla küçümser. (syf 258)

- Tıpkı yaşayan insanlar gibi ölülerin de bir şeye sevineceğini mi üzüleceğini mi kestirmek imkânsızdır. (syf 263)

- Artık sevmediğimiz ve yıllar sonra karşılaştığımız kadınlarla aramızda ölüm yok mudur gerçekten de? (syf 280)

5 Ekim 2019 Cumartesi

Laurence Sterne - Tristram Shandy-Beyefendi'nin Hayatı ve Görüşleri






Bazı kitaplar vardır, okursunuz, çok keyif almışsınızdır, kitabın birçok sayfasında yeri gelmiştir kahkahalar atmışsınızdır, yeri gelmiştir hem kızmış hem de eleştirmişsinizdir. Birçok duyguyu birden yaşamışsınızdır. Okurken bir sürü yorum yapmış, fikir yürütmüşsünüzdür, bu durum kitabın son sayfasına kadar sürmüştür. Asıl sorun bundan sonra başlar, kitabın sayfasını kapattığınız an, biri size nasıldı dese o an ne diyeceğinizi bilemezsiniz. Bu durumu ben bir gösteriye gidip saatlerce esprilere gülüp anekdotlara hayran kalıp ardından hiçbirini aktaramamaya benzetiyorum, bu kitap da bana bu duyguyu yansıttı. 

Tristram Shandy, anlatılmaz, ancak yaşanılır diyebileceğiniz bir karakter. :) Tristram, size kendi hayatını anlatıyor, fakat bu sıradan otobiyografilerden çok farklı, çünkü romanın büyük bir kısmında kendisi yok, kendisi hariç bir sürü olaydan bahsediyor. Kitap doğumundan öncesine kadar gidiyor, annesi ve babasının evliliklerinden başlıyor. İlk iki bölümde henüz doğmamıştır ama anlattıklarına bakınca sanki yanlarındaymışçasına olayların en ufak ayrıntısına kadar bahsediyor. Ardından gelen iki bölümde ise doğumunun ilk gününde çakılı kalıyorsunuz, bir gün ötesine geçemiyorsunuz. Bu süreç diğer bölümlerde de böyle geçip gidiyor. 

Kitap birçok atıflardan oluşuyor, kimi zaman Cervantes, Shakespeare, Vergilius gibi yazarlara, bazen tiyatro oyunlarına, masallara, romanlara. Bunlar, her bölümün sonunda Dipnotlar ile belirtilmiş. Bu durum hem hoşuma gitti hem de okumamı zorladı. Şöyle ki, her bölüm sonu yerine sayfa altlarında olsaydı sürekli aç-kapa yaparak okuma bölünmeyebilirdi ya da en sona koyulsaydı bulmak daha kolay olabilirdi. Onun dışında direkt okuyup geçeceğim birçok satırın aslında farklı anlamları olabileceğini görmemi sağlaması hoştu. 

Kitaptaki her bir karakter kendine özgüydü diyebilirim. Toby amcanın olayları farklı yorumlaması, düşünceleri, çoğu yerde gülümsememe sebep oldu. Anne ve baba Shandy arasındaki muhabbetler ise ayrı keyif aldığım satırlardı. Özellikle annenin, her şeyi onaylaması ve hiçbir şeye karışmayan tutumu gülümsetmenin yanında bari bu konuda bir tepki ver dedirtti. Baba Shandy’nin bazı konularda takıntılı davranması ama ne kadar çok istese de olayların onun isteği dışında gelişmesi, kaderin cilvesini yineletip durdu :) Doktor ile olan kısımlar da ayrıca keyifliydi. 

Sonuç olarak, kitap güneşli bir havada sağanak yağmura yakalanmak gibiydi benim için. O kadar çok konu ve olaylara maruz kaldım ki, sadece ıslandığım kadarıydı anladığım. İyi ki okumuşum dedim mi evet dedim. Shandy’i tanımak güzeldi. :) 


Altını çizdiğim bazı satırlar şu şekildeydi:


- İNTİKAM, bir muzır köşeden başını çıkartır, hakkında bir namussuzluk hikâyesi uydurur, ve sen istediğin kadar iyi kalpli ol, istediğin kadar dürüst davran, belini doğrultamazsın. (syf 51)


- --- Çok hoş doğrusu; --- eğer istediğini elde edememişsen, --- asla ondan daha az "iyi"siyle yetinme; --- hayır, bu içler acısı bir durum olur. (syf 65)


- Yaşamak ve sağlıklı olmak arzusu insanın doğasında vardır; özgürlük ve gelişme isteği bu tutkunun kız kardeşi olurlar. (syf 113)


- KİŞİ kendini bir tutkuya teslim ederse, ---ya da, bir başka deyişle, BOŞZAMAN BEYGİRİ iyice dik başlı kesilip de gemi azıya alırsa, --- elveda serinkanlı sağduyu, elveda düzgün düşünce! (syf 114)


- Aristo'nun Başyapıtı'nda denilmiştir ki, " İnsan geçmişe ilişkin bir şeyler düşündüğünde, --- aşağı, yere bakar; --- oysa geleceğe ilişkinse düşünceleri, gözlerini yukarı, gökyüzüne çevirir." (syf 121)


- Bu dünyada insanın güvenebileceği ve en tartışmasız biçimde vakıf olabileceği tek bilgi, kuşkusuz, vicdanının temiz olup olmadığını bilmektir. (syf 139)


- KİŞİNİN bedeni ile ruhu---her ikisine derin bir saygı beslediğimi belirteyim---tıpkı ceketle astarı gibidirler; birini buruşturun,---öteki de buruşur. (syf 179)


- Ne kadar çok yazarsam geriye o kadar çok yazacak şey kalıyor---dolayısıyla da, zatıâlileriniz ne kadar çok okurlarsa geriye o kadar çok okuyacak şey kalacak. (syf 293)


- İnsan hayatı nedir ki! Bir taraftan bir tarafa---bir kederden ötekine geçmek değil mi?---bir derdin üstüne kilit vurup---bir başkasını açmak! (syf 335)

- Felsefenin her konuda söyleyeceği güzel bir söz vardır,---Ölüm konusunda ise bir kitap dolusu. (syf 358)


- Bu dünyada her şey, dedi babam, koskaca bir şakaya gebe,---ama zekice düzenlenmiş, ders alınacak bir şaka,---tabii anlayabilene. (syf 393)


- Herhangi bir nedenle engellenmek bir üzüntü nedeni olabilir, ama üzüntü nedeniyle engellenmek kuşkusuz feylesofların ÜZÜNTÜ üstüne ÜZÜNTÜ diye adlandırdıkları durum olmalı. (syf 517)




*Alıntılar; Yapı Kredi Yayınları'nın 2018 senesindeki VI.Basımına aittir.
**Fotoğraf; Ortak okuma arkadaşıma aittir.

18 Eylül 2019 Çarşamba

Ağaç Ev Sohbetleri #3




Evet, yeni bir Ağaç Ev Sohbeti için tekrardan yerimi aldım. Bu haftaki konumuzu da çok beğendim, farklı şehirlere konuk olacağız. 😇 Çok uzatmadan, yazmak isteyenler için soruyu tekrardan hatırlatmak adına hemen yazayım: 

Bu hafta ağaç evde, farklı şehirlerde hatta farklı ülkelerde yaşayan ancak her hafta ağaç evde toplaşan kişiler olarak yaşadığımız şehirleri konuşmayı istedik ve sorumuz bu şekildeydi: Yaşadığınız şehrin sevdiğiniz ve sizi oraya bağlayan özellikleri nelerdir? Şehrinizde gitmeyi tercih ettiğiniz yerleri, meşhur yemekleri ve bir gün uğrarsak bize önerebileceğiniz aktiviteleri tanıtır mısınız? 

İzmir'den hepinize öncelikle kocaman bir merhaba! Her sokağı denize çıkan İzmir'imde ben bu sefer sizleri tepelere çıkartmak istiyorum. 💚



Ben size yazımda İzmir'in kültür-sanat yönünü aktarmaya çalışacağım. Tabi bu sadece bir günlük gezebileceğimiz kısmı. 😇


Günümüzde Kadifekale olarak bilinen Smyrna Akropolis’i (Yukarı Şehir) Pagos Dağı eteklerinde Helenistik Dönem'de (M.Ö. 330-30) kurulmuş. Şu an ziyaret ettiğinizde içinde bir Bizans Dönemi sarnıcı ve bir cami kalıntısını görmeniz mümkün. 



Eski İzmir’in kuruluşunun bir efsanesinden sizlere bahsetmek istiyorum. Eminim sizin de yaşadığınız şehrin bir efsanesi vardır. Efsaneler şehirleri yüceltir. Bildiğiniz efsaneler varsa eğer yorumlarda paylaşmanızdan büyük mutluluk duyarım. 😊

İzmir’in kuruluş efsanesinde Büyük İskender rol oynamaktadır. Efsaneye göre Makedonya Kralı Philip’in oğlu İskender, o dönem Pagos olarak adlandırılan tepede avlandıktan sonra dönüş yolunda Nemesis Tapınağı yakınında bir kaynağın başında, çınar ağacı altında uykuya dalmıştır. Rüyasında intikam tanrıçası Nemesis kendisine görünür ve Büyük İskender’e burada bir şehir kurmasını ve Bayraklı'da (Eski İzmir) yaşayan halkı buraya getirmesini ister. Eski İzmirliler bilici Tanrı Apollon’un günümüzde Menderes ilçesinde bulunan, o dönem Klaros diye anılan kehanet merkezine giderler ve oradaki kahine danışırlar. Kahin vasıtasıyla Tanrının verdiği yanıt ''kim Pagos’a yerleşirse dört kat daha fazla mutluluk bulacaktır'' şeklindedir. Bunun üzerine halk yavaş yavaş günümüz Bayraklı’daki tepeden ayrılıp Kadifekale’ye yerleşmeye başlar. Aşağıdaki fotoğrafta Büyük İskender'in çınar ağacı altında uykuya dalışını resmeden Roma parasıdır. 


Siz de Kadifekale’ye çıkıp İzmir’in manzarasını kuş bakışı olarak izleyebilirsiniz. Ben şimdiden size benim gözümden nasıl göründüğünü göstereyim. 



Kadifekale'den yürüyerek Agora’ya, İzmir’in bir diğer önemli tarihsel çekiciliğine gelebilirsiniz.



İzmir Agora’sı Kadifekale ile Kemeraltı arasında yer alıp Roma İmparator’u Marcus Aurelius tarafından MS.178 yılındaki büyük depremden sonra yapılmış. Büyük oranda sağlam olarak günümüze ulaşan Agora günümüzde Kemeraltı hattında olan eski limandan gelen malların satışının yapıldığı bir pazar yeri olarak kullanılmış. Şu an Kemeraltı’nda dolaşırken oranın zamanla dolmuş olduğunu aslında bir zamanlar denizin orada olduğunu düşünmek gerek aslında. Agora aynı zamanda mahkeme binası olarak da kullanılmış. İzmir’e gelirseniz Çankaya metro durağından 10 dakikalık yürüyüşle Agora’ya ulaşabilirsiniz. Unutmadan her ne kadar ziyarete şu an kapalı olsa da dünyanın en zengin grafiti koleksiyonunun Agora’nın bodrum katı duvarlarında olduğunu söylemeden geçmemek gerekir. Agora’nın bu denli nasıl korunduğu merak ederseniz 16. Yüzyıldan itibaren mezarlık olarak kullanılmasının bunda etkisi olduğunu söyleyebilirim. Agora’da hala kazılara Dokuz Eylül Üniversitesi Arkeoloji bölümünce devam ediyor.


Yorulduysanız Kemeraltı’nda bir kahve içebilirsiniz. Ama öncesinde Süt Çiçeği isimli küçük şirin tatlıcıda kazandibi yemenizi tavsiye ederim. Küçük bir yer olduğu için genelde çok kalabalık oluyor ama sonucu düşünüp keyifle beklediğim çok zamanlar oldu. 😊 Biraz dinlendikten sonra İzmir’in en iyi korunmuş tarihi hanlarından Kızlarağası Hanı’nda dolaşabilirsiniz.






Bugünü sanat ile kapatalım derim. 


Bahsedeceğim sanatçı 25 Ekim 1881 yılında doğmuş. Malaga kent müzesinde ilk kez Herakles’in resmini görmüş, Palaza de Toros’ta boğa dövüşlerine tanıklık etmiş ve “yemek odalarının ressamı” olan babası için model olarak hizmet eden cıvıldaşan kumruları evde izlemiş. Henüz sekiz yaşına basmadan bir boğa dövüşü için fırçayı ve boyaları eline almış.





Sanırım kimden bahsettiğimi anladınız.

Pablo Ruiz Picasso …

Kübizm akımının öncüsü İspanyol ressam Pablo Picasso'nun gösteri dünyasını konu aldığı eserlerinden oluşan sergi, Arkas Sanat Merkezi’nde 18 Eylül 2019 – 5 Ocak 2020 tarihleri arasında ziyaretçilere açık olacak. Sergilenen eserler arasında Picasso'nun önemli tabloları, tasarladığı kostümler, eskizler, heykeller ve yaşamına dair fotoğraflar yer alıyor. 


Daha önce 1001 Gece Masalları sergisine gitmiştim. Yukarıda gördüğünüz köşenin önünde masal kahramanı gibi hissetmedim değil. Atmosfer çok büyüleyiciydi. 😇

İzmir’e yolu düşenler Kordon’da yer alan Arkas Sanat Merkezi’nin ücretsiz sergilerini muhakkak görmelerini tavsiye ederim.

Umarım benimle kısa bir tarihi yolculuk yapmaktan keyif almışsınızdır, sıkılmamış olmanızı diliyorum. Kapanışı da İzmir'in olmazsa olmaz vapur yolculuklarımdan birinde aldığım deniz görüntüsüyle kapatıyorum. 💙





15 Eylül 2019 Pazar

Güz Okuma Şenliği 2019 Okuma Listem




Evet, yaz şenliğinin ardından yeni şenliğimiz de geldi. Okuma şenliğini çok sevdim. O yüzden yine katılmaya karar verdim. Şenliğin detayları için sevgili Nilgün Komar arkadaşımızın sayfasını ziyaret edebilirsiniz. 💚 Yine diğer şenlikte olduğu gibi şimdilik aşağıdaki gibi bir liste oluşturdum ama okuma süreci uzun olduğu için ekleme-çıkarma yapabilirim. Eksik olan kategorilerimi de yapacağım alışveriş listeme göre düzenleyebilirim sonradan. Umarım keyifli bir şenlik olur yine. Herkese iyi okumalar dilerim. 💚


1.Kategori (10 puan): İsminde GÜZ mevsimini çağrıştıran bir kelime geçen/olayların Güz'de geçtiği bir kitap.


2.Kategori (10 puan): Adında Cadde / Sokak / Çıkmaz / Apartman / Mahalle kelimelerinden biri geçen bir kitap.



3.Kategori (10 puan): Adında Pencere / Kapı / Duvar / Yer kelimelerinden biri geçen bir kitap.


4.Kategori (10 puan): Beyazperdeye aktarılmış DİZİ/FİLM olmuş bir kitap.
*Laurence Sterne__Tristram Shandy - Beyefendi’nin Hayatı ve Görüşleri


5.Kategori (10 puan): Ziya Gökalp ya da Halikarnas Balıkçısı'ndan bir kitap.


6.Kategori (10 puan): Oscar Wilde ya da Italo Calvino'dan bir kitap.


7.Kategori (10 puan): Kitabın isminde -mek -mak eki almış bir kelime geçen bir kitap.
*Jose Saramago__Görmek


8.Kategori (10 puan): Bir şiir kitabı.
*Ah Muhsin Ünlü__Gidiyorum Bu


9.Kategori (10 puan): Ulu Önder Mustafa Kemal ATATÜRK veya 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı ile ilgili bir kitap.

*Yılmaz Özdil__Mustafa Kemal


10.Kategori (her kitap 10 puan, ekstra 20 puan): Adında Öğretmenlik ile ilgili kelime olan ya da yazarı Öğretmen olan iki kitap.

11.Kategori (her kitap 10 puan, ekstra 20 puan): Kapağındaki baskın rengi GRİ / MAVİ olan iki kitap.
*Dan Brown__Başlangıç
*Tomris Uyar__Otuzların Kadını

12.Kategori (her kitap 10 puan, ekstra 20 puan): Şimdiye kadar HİÇ kitabını okumadığınız iki KADIN yazardan birer kitap. *Aslı Perker__Flamingolar Pembedir


13.Kategori (her kitap 10 puan, ekstra 40 puan): İsimlerinin baş harfleri Alfabetik olarak sıralanmış dört kitap.
*Öteki__Dostoyevski
*Pi__Azra Kohen
*Ruth__Lou Andreas Salome
*Sincap__İsmail Güzelsoy

14.Kategori (her kitap 10 puan, ekstra 40 puan): Kendinizin belirleyeceği bir temaya uygun dört kitap.
     -Kitaplığımda okunmayı bekleyen 4 kitap-
*Jack London__Martin Eden 
*Hüseyin Rahmi Gürpınar__Mürebbiye
*Edgar Allan Poe__Dedektif Öyküleri
*Şemsettin Sami__Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat

12 Eylül 2019 Perşembe

Albert Camus__Yabancı




Yaklaşık 2 yıl olacak kitabı okuyalı, o kadar çok görmüştüm ki okuyan birilerini, sürekli merak ediyordum. O zamanki hislerim böyleymiş. Blogumda da dursun madem. Eksik olmasın. :)

___________________


Sürekli karşıma çıkan kitap, nihayet okumak kısmet oldu. 

İlk başta neyle karşılaşacağımı bilmiyordum, okurken o yüzden baya istekli başladım. Kitabın sonuna kadar da acaba nasıl gelişecek, neler olacak diyerek de kitabı bitirdim. 

Konusuna gelirsek, bir karakter düşünün onun için her şey o kadar olağan ve basit ki ölümü bile çok rahat kabullenip soğukkanlılıkla hayatın akışına kendini kaptırıp günlerini yaşamaya devam ediyor, bazı anlar geliyor ki yeter ama yani bunda bir duygu belirtisi göster artık diye laf yetiştirmeden duramıyorsunuz. Bu kahramanımızın çok kısa bir zaman aralığında yaşadıkları kaleme alınmış, çevresindekilere olan duyarsızlığının ötesinde aslında kendisine bile ne kadar yabancı oluşunu okuyacaksınız. 

Kitapta beni etkileyen; başkasının hayatını etkileyecek olaylarda suçlanmak yerine sadece sizi ilgilendiren, duygularınızı istediğiniz gibi yaşamanızdan dolayı cezalandırılabilecek olabilmeniz, hayatınızın kendi kontrolünüzden çıkıp başkalarının dedikleriyle şekillenebilmesi. Hatta karakter bunu şu cümlelerle çok güzel ifade etmiş; 

"Bu davanın benim dışında görülür bir hali vardı .Her şey, ben karıştırılmaksızın olup bitiyordu. Kaderim, bana fikir sorulmadan belirleniyordu." 

Kitabın anlatımı çok basit, betimlemeleri sade olmasına rağmen duygu geçişini çok güzel yansıtmış.Bazı cümlelerin üzerinde düşünmeden edemiyor insan. 

Kısacası; benim gibi duygu, durum aktarımlarını seven, olaydan çok süreç odaklı kitaplara sıcak bakanlar için ideal ama yok ben heyecan isterim, şöyle konular dallanıp budaklansın derseniz size hitap etmeyebilir.



Altını çizdiğim satırlardan bazıları şu şekildeydi;

- (..) tuhaf biri olduğumu,beni kuşkusuz bu yüzden sevdiğini ama belki günün birinde yine aynı sebepten nefret edebileceğini mırıldandı. (syf 44)


- Tutukluğumun başlangıcında en zoruma giden şey, kafamdaki hala özgür adam düşüncelerinin bulunmasıydı. (syf 72)

- İnsanın, hapisteyken zaman kavramını kaybettiğini bir yerde okumuştum. (syf 75)


-İnsanın başına ne geleceği hiç belli olmaz. (syf 98)


- İnsan madem ki ölecektir, bunun nasıl ve nerede olacağının önemi yoktur, apaçık bir şeydir bu. (syf 103)


- Fakat herkes bilir ki hayat, yaşanmak zahmetine değmeyen bir şeydir. (syf 103)


*Alıntılar; Can Yayınlarının 2017 senesindeki 58.basımına aittir.

9 Eylül 2019 Pazartesi

Ağaç Ev Sohbetleri #2



Evet, Ağaç Ev Sohbetleri geçen hafta ben tatildeyken başlayan ve döndüğümde çok güzel sohbetlerle beni karşılayan çok güzel bir etkinlik. Bu etkinliğin öncüleri ise Edischar ve Taha arkadaşlarımız. 

Geçen haftaki sohbete katılamadığım için ufak bir kıskançlık hissetmedim değil, o yüzden erkenden yerimi alayım dedim. :) Bu haftaki konumuzu ise İrem Can arkadaşımız belirlemiş. Günümüzde göz ardı edilerek hata yapılan çok önemli bir konuya değinmiş: 

Doğamız giderek tehlike sinyalleri veriyor. Küresel ısınma ve çevre kirliliği en had safhada. Bunlar için geri dönüşüm, sıfır atık, daha az tüketim hatta poşetlerin paralı olması gibi önlemler alınıyor. Siz bu konuda neler düşünüyorsunuz? Geleceğimiz için daha yaşanılır bir dünyayı nasıl sağlayabiliriz? 

Hızla artan nüfusun ve sanayileşmenin beraberinde getirdiği çevreye atılan atık ve çöpler hem çevre kirliliğine hem de su kirliliğine sebep olmasının yanında salgın hastalıkları da beraberinde getiriyor. Geçmişten günümüze çığ gibi büyüyen bu soruna bakıldığında aslında bir şeyler yapılmasını herkes canı gönülden istiyor, ya çoğu kişi nereden başlayacağını bilemiyor ya da bir ben yapsam ne etkisi olur diyerek ilk baştan zaten vazgeçiyor. 

Dünyayı daha yaşanılır kılmak için öncelikle bireysel düşünmeyi bırakmamız gerek bana göre. Şöyle ki bir ben yapsam ne olur dediğimiz an zaten büyük bir kitle olarak baştan yarım bırakmış oluyoruz. Bu durum bana Kelebek Etkisi’ni hatırlatıyor. Bir küçük değişiklik büyük ve öngörülemez sonuçların doğmasına sebep olması teorisi. Biz bunu hem olumlu hem de olumsuz olarak hayatımıza katabiliriz aslında. Pikniğe gittiğimizde yediğimiz çekirdek kabuklarını sadece birkaç taneden bir şey olmaz diyerek atarsak bu aslında büyük bir çöp birikintisine dönüşebildiği gibi aksine çöpe atarak büyük bir alanı kurtarmış olabiliriz. 

İlk bakışta çok önemsizmiş gibi görünen ama kitleye dönüştüğünde büyük etki yaratan olumsuz bir sürü davranış sergiliyoruz. Diş fırçalarken suyu açık bırakmak, gerekli olmadığı kadar birçok lamba yakmak, kısa mesafelerde araba kullanmak gibi çoğaltılabilecek bir sürü davranış sergiliyoruz. Bazen bunların birçoğunu yaptığımı bile fark etmiyorum. O kadar çok normal geliyor ki. 

Aslında yapmamız gerekenleri bildiğimizi fakat bunu uygulamaya geçişte ya dikkat etmediğimizi ya da önemsemediğimizi düşünüyorum. Aynı yabancı dil bilme seviyemizi ifade etmek gibi, anlıyorum ama konuşamıyorum. Teoride iyiyiz pratikte kötü. Umarım bu durumu da en kısa zamanda aşabiliriz. 

Yine çok konuştum, “Söz uçar, yazı kalır.” mantığı ile daha iyi kanıksarım umarım diyorum. Ve ayrıca sizin yazılarınızı okudukça da içlerinden ufak birkaç şey de olsa bir şeyler yakalar ve birçok şeyi değiştirmek için adım atabilirim.

Herkese umut dolu sohbetler! :)



*Fotoğraf;www.ntv.com.trgaleriyasamdogayla-ic-ice-olan-evler,bopbXKoeVkuQ8ru8euHH7QLu3CiqQLqE64AjN6Xq_Hkg

Halit Ziya Uşaklıgil'den Mai ve Siyah



Dilinin ağır olması ve içerisinde bana yabancı bir sürü kelime ile yüzleşme fikri beni korkuttuğu için okumayı sürekli erteliyordum, günümüz Türkçesiyle basılması sonucunda artık okumamam için bir sebep kalmamış oldu. :)

Mai ve Siyah, bu iki renk kitabın ruhunu tam anlamıyla yansıtıyor. Mai hayalleri simgelerken siyah ise hayatın gerçeklerini temsil ediyor. Kitabın kahramanı Ahmet Cemil'in maiden siyaha doğru giden hayatının bir dönemini okuyorsunuz. Hayallerin ve arzuların karşısında hakikatin kaçınılmazlığı ile sarsılıyorsunuz.

Okurken benim duygularım da bu iki renk arasında gidip geldi diyebilirim. Ahmet Cemil ve Hüseyin Nazmi'nin kitaplar üzerine yaptıkları sohbetler, çeviri yapmak için araştırdıkları eserler, birbirlerini hayalleri konusunda desteklemeleri, Ahmet Cemil'in kardeşi İkbal ile olan sevgi dolu anları, onunla şakalaşmaları bende sonsuz mutluluğun ve umudun simgesi mai iken, babasının ölümünden sonra hayallerini ötelemek ve ailesine bakmak için para kazanmanın derdine düşmesi, hayata tutunma çabası içerisindeyken arkadaşıyla arasına istemeden olsa mesafe girmesi, kardeşinin evliliği, sıkıntıları, kendi aşkının imkansızlığı ve en büyük hayali olan eserini yazma fikrinden onu uzaklaştıran koşulların acımasızlığı ise karamsarlığın simgesi siyahtı.

Kitap, genel anlamda zıtlıkların bir araya gelmesiyle oluşmuş diyebiliriz. Sosyal sınıf farklılığı, iyi-kötü kavramları, maddi çıkarlara karşılık maneviyat, sevgi-nefret duyguları gibi birçok karşıt duyguyu kahramanların karakterleri ve yaşam şartlarıyla bize yansıyor.

Bazı satırlardaki ifadelerin bana hissettirdiği duygular ruhuma ağır geldi, gözlerimin dolduğu çok satır oldu. Olayların bir matbaa ortamında geçmesi ve kitap kokusuyla iç içe olması da en sevdiğim noktaydı.

İyi ki okumuşum. :)


Altını çizdiğim bazı satırlar şu şekildeydi:


- Bu kadar hiçliğine rağmen her meziyet sahibine düşman... (syf 10)


- İşte öyle bir şey yazmak istiyorum ki yukarı bakılsa mai ve daima mai, aşağı bakılsa siyah daima siyah... Bir şey ki mai ve siyah olsun. (syf 32)


- İnsan, keder ve sevinç zamanlarında kalbinin katlanabileceğinden fazlasını diğer hassas bir kalple paylaşmak ister. (syf 36)


- İnsan emellerini yalanlayan şeyleri istediği şekilde yorumlamaya çalışarak kendisini daima arzuları içinde oyalamakta gecikir. (syf 175)


- Dünyada hiçbir kimse düşünemezsin ki hayatından hiç olmazsa bir büyük matem geçmiş olmasın. (syf 216)



*Alıntılar; Türkiye İş Bankası Kültür Yayınlarının 2018 senesinin I.Basımına aittir.

7 Eylül 2019 Cumartesi

Marcel Proust- Mahpus (Kayıp Zamanın İzinde- Beşinci Kitap)




Kayıp Zamanın İzinde sürdüğüm uzun soluklu yolculuğumun diğer bir durağı olan 5. Kitap –Mahpus- verdiğim uzun bir aranın ardından özlediğimden olsa gerek hem bir çırpıda okuyayım hem de yok yok hemen bitmesin tarzındaki çelişkili düşüncelerimin eşliğinde bitti. 

Kitabın daha ilk sayfasında, kahramanımız yüzüm duvara dönükken bile havanın o gün nasıl olacağını- güzel, güneşli bir gün mü yoksa kapalı, bunaltıcı mı- bildiğini söylüyor, bunu sağlayan koşullar için de duvara yansıyan gölgeleri, dışarıdan gelen seslerin canlılığını, ışığın parlaklığını ve bunlara benzer bir sürü etkeni örnek gösteriyor. Bu satırları okuduğum an aklıma direkt, henüz kitabın kapağını açmadan bu kitabın da diğer kitapları gibi beni etkileyeceğini düşünmem geldi. Yazara o kadar bağlanmışım ki, kendini tekrarlayan cümleler bile bana sanki onun kaleminden ilk defa çıkıyormuş hissini yaşatıyor. 

Kitap, kaldığı yerden devam ediyor, yazar bizi Albertine’e yapmış olduğu teklifle meraklandırmış, anlatımı en heyecanlı yerinde kesmişti. Her ne kadar bundan sonrası daha durağan geçermiş gibi görünse de aksine her günümüz şüpheci yaklaşımlarla çekilmez bir sürece giriyor. Kitap, adını tam anlamıyla yansıtıyor diyebiliriz. Tek sıkıntı, mahpusluğu kimin yaşadığı aslında. Örneğin; kıskançlık duygusundan sürekli izlenen, kahramanımızın yakınları tarafından benimsenmeyen, sayısız sorularla geçirdiği zamanı tekrardan bir nevi yaşayan Albertine mi yoksa tüm gününü Albertine’nin ne yaptığını düşünmekle geçiren, artık davetler şöyle dursun eskiden akşam serinliğinde yaptığı yürüyüşlerden bile uzak kalan kahramanımız mı? Bunlara bir de, kahramanımızın Albertine’le gününe dair yaptığı konuşmalar sırasında matruşka bebek misali birbirini doğuran olumlu-olumsuz düşünceleri sıralamasıyla hangisi yalan hangisi gerçek anlamaya çalışmakla kendinden şüphe eder hale getiren biz okuyucular mı? diye ekleme yapmak istiyorum :) Şaka bir yana, kitabın sonlarına doğru kimin mahpus olduğu yazar tarafından dile getiriliyor, sorumuzun cevabını alıyoruz. 

Anlatım belli bir konu etrafında dönüyor gibi görünse de yazarımızın betimlemelerinde, duygularını ifade edişlerinde birçok konuya da değiniliyor. Önceki kitaplarda karşılaştığımız karakterlere dair satırlara denk gelindiğinde, eski dostla karşılaşmış hissini yaşıyorsunuz. Yazarın gözlem gücünü bu kitapta da yoğun bir şekilde yaşıyorsunuz. Dinlediği bir müzik ya da tiyatro eseri için yaptığı yorumların yanı sıra bu eserinde dışarıdan gelen seyyar satıcının sesine bile o kadar değişik anlamlar yüklüyor ki, adamın sattığı ürününün adını bağırmasından nasıl bu hislere geçiş yaptın demeden edemedim. :) 

Kitap, genel anlamda aynı ritimde devam etmedi benim için, özellikle de ortalara doğru diğer kitaplarında da sayısız konuk olduğumuz davetlere burada da denk geliniyor ve o kısımlar o kadar çok dedikoduyu bir arada barındırıyor ki bir süre sonra kimden bahsediyorduk, konu neydi moduna geçiş yapıyorsunuz. Bu kısımlar beni biraz zorladı, o satırları okurken çok es verdim. Onun dışında kalan kısımlar için cümleler akıp gitti diyebilirim. Özellikle, uykuya dair yaptığı yorumlar ve kitabın sonlarına doğru Dostoyevski ve Tolstoy üzerine düşünceleri benim açımdan okuması en güzel satırlardı. 

Gelecek kitabın isminden olsa gerek aslında sonu tahmin edilebilir olsa da o sürece gidişteki gelgitli, şüpheci düşüncelere o kadar kendimi kaptırdım ki süreç yine de beni baya etkiledi. Kitabın son sayfasına kadar yine de o merak duygum körelmedi. Son sayfanın ardından da yeni kitap için merak duygum filizlenmiş bir şekilde sayfanın kapağını kapattım.


Altını çizdiğim sayısız satırlardan sadece birkaçı şu şekildeydi;


- Yanılıyordu. Yanılması da doğaldı, çünkü gerçeklik zorunlu olsa da, bir bütün olarak öngörülemez; bir başkasının hayatına ilişkin doğru bir ayrıntıyı öğrenen kişi derhal bundan yanlış sonuçlar çıkarır ve yeni keşfettiği gerçeği aslında onunla hiç ilgisi olmayan meselelerin açıklaması olarak görür. (syf 7)


- Aşk belki de bir heyecanın ardından ruhu sarsan çalkantıların yayılmasından başka bir şey değildir. (syf 18)


- Mutluluklarını kalıcı zanneden insanların kaygısızlığı içindeydim. (syf 75)


- (..) aşk tedavisi olmayan bir hastalıktır; romatizmanın ancak yerini sara nöbetini andıran migren nöbetlerine bırakmak üzere hafiflediği kimi kronik hastalık eğilimlerine benzer. (syf 80)

- Ne tuhaftır ki, ilk aşk, kalbimizde bıraktığı kırılganlıkla gelecekteki aşkların yolunu açtığı halde, en azından belirti ve acıların özdeşliği aracılığıyla onları tedavi etmenin yolunu öğretmez bize. (syf 92)


- Gençliğe ve aşklara benzer uyku, gitti mi bir daha bulamayız onu. (syf 120)


- Tanıdığımız her insanın bir ikizini içimizde taşırız. (syf 244)


- (..) hayat çok kısa; can sıkıntısı, ahmaklarla görüşmek, onları zeki buluyormuş gibi rol yapmak, yo, hayır, tahammülüm yok bunlara. (syf 273)

- (..) insan kendini ancak zaman içinde anlayabiliyor. (syf 369)


- (..) hafızamızda her çeşit şey bulunur; hafızamız, bir tür eczane, bir tür kimya laboratuvarıdır, elimize tesadüfen sakinleştirici bir ilaç da geçebilir, tehlikeli bir zehir de. (syf 379)


- Bu hayatta bir mutluluk olsa bile, devam etmesi mümkün değildi. (syf 382)



*Alıntılar; Yapı Kredi Yayınlarının 2018 senesinin XXII. basımına aittir.

4 Eylül 2019 Çarşamba

Yaz Okuma Şenliği 2019 Sonucum



İlk defa bir okuma şenliğine katılıyorum demiştim. Ve ilk şenliğim de bitmiş oldu. Keşke daha verimli bir ilk şenlik deneyimi yaşasaydım ama yazın okumalarım ne yazık ki düşüyor. Umarım bundan sonraki katıldığım şenlikler daha verimli geçer ve bir sürü kitapla tanışır ve onların dünyasına katılma şansı elde ederim.

Sevgili Nilgün Komar'ın bu güzel etkinliği sayesinde bir sürü kitap seçmiştim ama okuyamadığım için sizle bir kısmını paylaşabiliyorum. Üzerine tıklayarak ayrıntılı yorumlara ulaşabilirsiniz. İki tanesinin şu an eksik onları da paylaşacağım fırsat bulduğumda. :)


2.Kategori (10 puan): Adında bir Ağaç ismi/ Ağaç kelimesi geçen ya da Ağaç ile ilgili olan bir kitap.
* Paola Peretti__Kiraz Ağacı ile Aramızdaki Mesafe (207 sayfa)

4.Kategori (10 puan): Beyazperde'ye aktarılmış DİZİ/FİLM olmuş bir kitap.
*Michael Ende__Momo (300 sayfa)

7.Kategori (10 puan): Kitabın isminde -ler -lar eki almış bir kelime geçen bir kitap.
* Jane Casey__Ölüme Terk Edilenler (155 sayfa)

11.Kategori (her kitap 10 puan, ekstra 20 puan): YKY yayınlarından herhangi iki kitap.
*Marcel Proust__Albertine Kayıp (282 sayfa)
*Kazuo Ishiguro__Günden Kalanlar (206 sayfa)

12.Kategori (her kitap 10 puan, ekstra 20 puan): Birinin ismi H harfi le başlayan diğerinin ismi B harfi ile başlayan iki kitap.
*Niccolò Macchiavelli__Hükümdar (108 sayfa)

13.Kategori (her kitap 10 puan, ekstra 20 puan): Kapağındaki baskın rengin YEŞİL olduğu iki kitap.
*Mario Levi__İstanbul Bir Masaldı (920 sayfa)

14.Kategori (her kitap 10 puan, ekstra 40 puan): Şimdiye kadar HİÇ kitabını okumadığınız dört yazardan birer kitap. [Yazarların ikisi Türk, ikisi yabancı, ikisi kadın, ikisi erkek olmalı]
*Ian Rankin__Düğümler ve Haçlar (263 sayfa)
*Mary Shelley__Frankenstein (294 sayfa)


15.Kategori (her kitap 10 puan, ekstra 40 puan): Kendinizin belirleyeceği bir temaya uygun dört kitap.
---Türk Klasiklerinden 4 kitap---
*Halit Ziya Uşaklıgil__Mai ve Siyah (254 sayfa)

__________________________

Toplam 10 kitap okuduğum için 100 puan
11. kategoriyi tamamladığım için +20 puan
Toplam 2989 sayfa okuduğum için +29 puan
Sonuç olarak; 100+20+29=149 puan ile şenliği tamamlamış oldum. :)

7 Ağustos 2019 Çarşamba

Paola Peretti'den Kiraz Ağacı ile Aramızdaki Mesafe




Mafalda, kalın bir gözlük takan, okuması gereken bir şeyler olduğunda kendi tabiriyle Sherlock büyütecinden yardım alan, okulun girişindeki en sevdiği kiraz ağacına tırmanmaktan mutluluk duyan, sevdiği kedisinden bir an olsun ayrılmak istemeyen, kendisi ve yetişkinler üzerine aklında bir sürü cevaplanmayı bekleyen sorusu olan henüz 9 yaşında bir kızdır. 

Mafalda, Stargardt hastalığı nedeniyle birkaç ay içerisinde görme yetisini kaybedecektir, tamamen karanlıkta kalma fikri onu korkutmaktadır ve bunun üstesinden gelmek için yapmaktan keyif aldığı ve ilerde yapamayacağını düşündüğü şeyleri günlüğüne yazmaya başlar: Futbol oynamak, yıldızları saymak, yakın bir arkadaşa sahip olmak gibi.

Kitap sonuna kadar Mafalda ile siz de bu korkuyla yüzleşecek ve onun sonunda nasıl bir karar aldığına tanıklık edeceksiniz. 
Çocuk karakterleri her zaman sevmişimdir. Mafalda, bir çocuğun yüzleşmesinin çok zor olduğu bir hastalığa sahip olsa da yaşının verdiği gibi davranması sizi kitaba daha da yakın hissettiriyor. Aşırı sevinçli halleri, duygusallığı, yetişkinleri ilgilendiren konularda düşüncelerinin masumluğu yazarın karakteri yaşına uygun dille kaleme aldığını hissettiriyor. 

Kitabın adından da anlaşıldığı gibi kiraz ağacı önemli bir yere sahip. Konumuz onun etrafında şekilleniyor diyebiliriz. Yazarın okuduğum röportajında, çocukken bahçesinde bu ağaca sahip olduğunu ve bu yüzden kiraz ağacının çocukluğu ve aynı zamanda Mafalda’nın geleceğini sembolize etmesini istediğini belirtmiş. 

Mafalda, Calvino’nun Ağaca Tüneyen Baron kitabını çok seviyor ve sürekli onun içerisindeki karakterle bir nevi konuşuyor, aslında yaşamını o karakterle özdeşleştiriyor diyebiliriz. Bu kitabı seçmesinin sebebi de yazarın da çocukken en sevdiği kitapmış ve güncel, dokunaklı temalara sahip olmasıymış. Bu durumu çok sevdim, bunun gibi Çocuk Kalbi, Küçük Prens gibi başka kitaplardan da bahsedilmiş ve bazı olaylarda onlara atıf yapılmış. Okuduğum kitaplar olduğu için de ayrıca o karakterleri anımsamak güzel oldu. 

Konu itibariyle okurken duygusal yönden bazı satırlarda zorlandım ama minik cesur kahramanım beni birçok konuda çok umutlandırdı, iyi ki okumuşum.

Altını çizdiğim bazı satırlar da şu şekilde:

- Karanlık, içinde insanı yakalayıp sessizce yiyen canavarların olduğu, kapıları ve pencereleri olmayan bir odadır. (syf 9)


- Ağaçta yapmayı en çok sevdiğim şey, yanıma bir çizgi roman alarak ortadan ikiye ayrılıp iki tarafa doğru uzayan bir dalın üzerinde oturarak onu okumaktı. (syf 16)

- Bazı haberler insanın yanında sarılabileceği bir kedi varken verilmeli. (syf 29)


- Arkadaşlık kolay ama aşk, tıpkı gözlerimi kaplayan sis gibi işleri karıştırıyor. (syf 100)


- Aşık olduğun zaman gözlerin daha iyi görmüyor belki ama bir yerlere çarpmaktan daha az korkuyorsun. (syf 127)



*Alıntılar; Timaş Yayınlarının 2019 senesindeki V. Basımına aittir.

4 Ağustos 2019 Pazar

Ian Rankin__Düğümler ve Haçlar (Bir Dedektif John Rebus Polisiyesi #1)



Dedektif John Rebus serisine yolculuğum ilk kitap ile beklediğimden daha iyi bir şekilde başladı. Açıkçası seri hakkında bir bilgim yoktu, abimin böyle bir seri varmış okudun mu şeklinde sohbetinden sonra listeme ekledim. 

Polisiye okumaktan çok keyif alıyorum, özellikle de Sherlock hayranıyımdır, bu kitap tabi ki de biraz daha farklı, şöyle ki ilk sayfalarda Dedektif John Rebus'u tanımaya yönelikti: Hipnozcu Michael adında bir kardeşi olması, eskiden asker olması, bir polis teşkilatında çalışması, inişli çıkışlı bir biten bir evliliğin ardından Samantha adında genç bir kızı olması, kahve ve sigara içmekten keyif alması ama kendini 10 adet sigarayla sınırlaması gibi birçok kişisel bilgi. Bazı anlarda kendisini kötü hissetmesi ve bazı sesler ve anılar hatırlaması ise olayların gidişatı için bize verilen ilk sinyaldi, böylece karakterimizin geçmişini merak etmeye başlıyoruz ve daha duygusal, psikolojik çözümlemelerin olduğu satırlara merhaba diyoruz, ilk kitap olduğu için mi bilmiyorum gerçi, ilerleyen kitaplarla daha da belli olabilir. :)

Konu, ise Edinburg'da iki genç kız kaçırılmış ve ardından cesetlerine ulaşılmıştır, fakat yeterli ipucu yoktur. Seri katil olmasından şüphelenilmektedir. Bu olayları araştırdığı zamanda ayrıca Dedektif Rebus'un evine gizemli mektuplar gelmektedir. Bu mektupların ölümlerle ilgisi var mı, Rebus'a aslında bir mesaj mı verilmek isteniyor yoksa içi boş gereksiz mektuplardan sadece birkaçı mı? Kitabın, sonunda bu sorularımızın cevaplarını alıyoruz. :) 

Olayların hemen oldu bittiye getirilmeyip süreci yaymalarını ve Dedektif Rebus ile caddelerde yürümeyi ve barlarda o içerken etrafa kısa bakış atmayı, yaşam tarzlarını gözlemlemeyi çok sevdim. Kafamda yaşayan bir Edinburg canlandırmış oldum. :)

Ve son olarak tabi ki katilin kim olduğu çok çabuk ortaya çıkıyor ama bu beni rahatsız etmedi çünkü kim olduğundan çok neden böyle bir şey yaptığına odaklandığımdan ve cevabı merak ettiğimden yine heyecanım sürdü. :)

Altını çizdiğim bazı satırlar:

- (+) Karakol ne durumda? İşler hâlâ karışık mı? 
   (-) Birkaçını elimizden kaçırıyoruz, ama basına yansımıyor. Birkaçını yakalıyoruz ve haber oluyor. Yani, her zamanki gibi. (syf 15)


- En sevdiği ve yılda en az bir kez başvurduğu kitapsa Suç ve Ceza'ydı. Keşke modern katiller vicdanlarını daha sık sergileseler, diye düşünürdü. (syf 50)


- Kendisini ucuz bir gerilim romanındaki dedektif gibi hissediyordu; keşke son sayfayı açıp da tüm bu karmaşaya, ölümlere, çılgınlığa ve kulaklarındaki uğuldamaya bir son verebilseydi. (syf 111)


- Bu kadar kuvvetli bir gerçekliğe tutunmak kolay değildi. İnsanı koruyacak bir kalkan ortaya çıkıyordu: Bir çöküntü kalkanı, unutma kalkanı... Gülmek ve unutmak... (syf 236)


- İnsan akıldışıyla karşılaştığında, akılcılık en büyük düşmanı oluyordu. (syf 242)



*Alıntılar; Alfa Yayınevi 2018 senesinin I. Basımına aittir.

31 Temmuz 2019 Çarşamba

Mario Levi'den İstanbul Bir Masaldı




Uzun bir masaldı okuduğum ve bitti. 

Kitabın son sayfasını okuyup kapağını kapattığım anda elimde kitap uzun bir süre düşündüm. 'Ne demeliyim, kitabı nasıl anlatmalıyım?' ki düşüncelerimin hepsi yazıya dökülmüş olsun. Sonra aklıma kitabın sonlarında yer alan bir cümle geldi, "bazı buluşmalar anlatılamaz, güvendiğimiz, sığındığınız tüm sözcüklere karşın anlatılamaz." diyordu. Gerçekten de öyle hissediyorum şu an, beni yansıtacak tüm sözcüklerime rağmen bu kitabı tam anlamıyla anlatamam, ne söylersem söyleyeyim aynı kitaptaki bir sürü üç noktalı yarım kalmış cümle hissini yaşatacak hem de o yarım kalmışlığa rağmen içinde barındırdığı duygu yoğunluğunun ağırlığıyla nefes aldırmayacak. 

Kitapta, yazar azınlıkların hayatından bahsediyor, İstanbullu bir yahudi ailesinin yaşadıklarını, çektiği sıkıntıları anlatıyor. Neredeyse elliye varan karakter var, hatta başında her birini yazar kısaca tanıtmış, kiminin hayalinden kiminin görüntüsünden, kiminin alışkanlıklarından, bazılarının pişmanlıklarından, kısacası onlara dair onlar için önemli olan konulardan kısacık bahsetmiş. Tabi kitaba başladığınızda karakter sayısı çok olduğundan dönüşler yapıp kim, kimdi diye bakmanız gerekebiliyor, en azından ben bunu sık yaşadım. :)

Bu karakterlerin hayatlarına konu oluyorsunuz, yaşanılan dönem hakkında bilgi ediniyor, onların gezdiği yerlerle İstanbul'da geziniyorsunuz. Bazı yerlerde hüzünleniyorsunuz, mahallenizden gibi hissettiğiniz o karaktere bu da geçecek, üzülme diye sarılmak istiyorsunuz, kimi anlarda onların mutluluğunu siz de neşeyle kutluyorsunuz. Onların hissettiği her duyguya ortak oluyorsunuz. 

Kitaptaki karakterler arasında geçişler, tanışıklıklar ve aralarındaki ilişkilerin yakınlığı bana sanki anlatıcıyla yan yana oturmuşum da bir fotoğraf albümüne bakıyormuşum hissini yaşattı. Hani bir fotoğrafa bakarsınız, o anı anlatır sahibi, sonra yanındaki kişiyi sorarsınız ve başka bir anıya geçersiniz. Aynı öyleydi bazı sayfalardaki karakterlere geçişler. Bir albümdeki bir sürü insanın hikayesini dinlemiş ve aralarındaki ilişkiyi öğrenmiş gibi hissettim. 

Kitabın geneli uzun cümlelerden oluşuyordu, devrik cümlelere, yarım ifadelere çok sık rastlıyorsunuz. Hatta bazen aynı ifade yineleniyordu birkaç defa, hani masal anlatırken okuduğumuz cümleyi tekrar tekrar söyleriz ya, o anki durumun heyecanının yansıtırız, işte öyleydi. O duyguyu sanki iyice size geçirmek istermiş gibi yazar ve cümleleri tekrarlamış tekrarlamış. :) Bazı sayfalarda açıkçası kendimi cümlelere öyle bir kaptırmışım ki konudan kopup kimden bahsediyorduk diye geriye dönüşler yaşadım. :)

Tavsiye etmekten çekineceğim kitaplar arasında yer alıyor kendisi, çünkü ya seviliyor ya da beğenilmiyor, hatta yarım bırakanlar da çok oldu çevremde, ortası olmayan bir kitap. Uzun betimlemeli ve durağan ilerleyen kitaplardan hoşlanmıyorsanız, okumak zor gelebilir. Elinize alıp bir solukta okuyacağınız bir kitap değil, hatta bazen 10-15 sayfa okuyup sanki daha fazlasını okumuş gibi yorgun hissediyorsunuz. 

Bu tarz kitaplar sevmeme rağmen uzun soluklu bir okuma süreci oldu benim için de ama ben yine de iyi ki okumuşum diyenlerdenim. :)


Masalsı yolculuğumda üzerinde durduğum satırlardan bazıları;

- Hayatlar her zaman bizim hayatlarımız değildi belki ama, ölüler hep bizim ölülerimizdi. (syf 52)

- Ölümler, insanları farklı, çok derinlerde yaşanan yalnızlıklarla karşı karşıya bırakıyordu. (syf 61)

- Ama hayatta en farklı yerlere gelmeyi başaranlar, en ağır bedelleri ödeyenler, ödemeyi seçenler ya da ödemeye mecbur kalanlar değil miydi? (syf 102)

- Bir yaşantıdaki ayrıntı, yalnızca o yaşantının paylaşıldığı insanla anlamını sürdürebilirdi... O ayrıntı, o insan 'yitirilince', bir başkasıyla 'yeniden' yaşanamıyordu, hayatın 'başka' bir yerine konamıyordu... Dahası o ayrıntı, ancak böyle yaşatılabilir, 'o insan için' ölümsüz kılınabilirdi. (syf 120)

- Ne var ki hayat zaman zaman beklenmedik şakalar da yapabiliyordu. (syf 154)

- En son ne zaman bir insana uzaktan, sadece uzaktan dokunabilmenin acısını yaşamıştım?.. Dün mü, birkaç saat önce mi, sekiz, on, yirmi altı yıl önce mi?.. (syf 217)
- Bambaşka bir hikâyede, bambaşka bir insan olmayı, bambaşka bir insan olarak, bambaşka insanların hayatına doğmayı kim istememişti ki... (syf 469)

- Hepimiz, bir yerlerde, çok sevdiğimiz, tutkuyla bağlandığımız birilerini bırakmadık mı, bırakmaya mecbur kalmadık mı...? (syf 594)
- Eksik ve biraz anlamsız... Hayat da böyle değil mi zaten?.. (syf 747)

- 'Başkaları' birilerinin yerini hep alıyordu, hep alacaktı sonuçta. (syf 881)



*Alıntılar; Everest Yayınları'nın 2018 senesinin XX. Basımına aittir.

28 Temmuz 2019 Pazar

Michael Ende__Momo




Herkes okudu, bir ben kaldım okumayan sanırım diye hissettiğim nadir kitaplardan biriydi Momo. Nihayet ben de okuyanlar arasında yerimi aldım. 

Momo, öyle samimi. öyle doğal ve içten ki, çocuk kitabı denmesi belki de sırf bu yüzden olabilir. Büyüklerin telaşından, sıkıcı ve tekdüze uğraşlarından, sırf sırasını savmak adına birçok işi zevk almadan yapmalarından çok uzak bir kitap. 

Kitap, sürekli yetmediğinden yakındığımız 'zaman' dan bahsediyor. İnsanların zamanlarını nasıl kullandıklarından, günlük telaşlarına yetişmek adına ne tür değerlerini yitirdiklerinden, aslında bütün uğraş ve çabalarına rağmen başladıkları noktadan uzaklaşmak şöyle dursun bir labirente hapsolmuş gibi hissetmelerinden bahsediyor. 

Yazar, vermek istediklerini küçük kız çocuğumuz Momo ile bize aktarıyor. Çok yakın iki dostu Beppo ve Gigi, her gün yanına uğrayan mahallenin çocukları ve diğer sakinleriyle birlikte bize bir fantastik anlatım sunuyor. Anlatım her ne kadar fantastik olsa da aktarılan düşünceler yadırgamayacağınız kadar gerçekçi. 

Kitapta en sevdiğim kısım; çocukların Momo'nun yanına gittiklerinde, kendi başlarına kurdukları oyunları okuduğum satırlardı. Onların hayal güçleriyle sürekli değişen ve sonu dümene kimin hayali geçerse o tarafa savrulacak olan sürpriz sonlu maceralar. Çocukluğuma gittiğim zamanlardı benim de, sokak aralarında uzun saatler oynadığım ve zaman sanki durmuşçasına oyuna doyduğum zamanlar.. Şimdi bakıyorum da tüm günüm hiçbir şey yapmadığım halde koşturmuş gibi hızlı akıyor. Aynı kitapta da denildiği gibi aslında, ben zamandan tasarruf etmeye çalıştıkça aslında zaman hızla azalıyor. :)

En güzel kitaplar çocuklara yazılanlar oluyor sanırım. Her ne kadar çocuk kitabı diye geçse de aslında biz büyüklerin okuması gereken bir kitap, çünkü çocuklar zaten kitapta verilmek istenenleri hayata geçiriyorlar, hayatlarını öyle yaşıyorlar. Bizim biraz nefes almamız ve kendi içimizdeki çocuğa merhaba dememiz gerek. :)

Tavsiye ederim.

Altını çizdiğim bazı satırlar;

- Bir insanın çok dostu olabilir ama insan, onların içinden bazılarını kendine daha yakın bulur ve onları daha çok sever. (syf 41)

- Beppo'nun sorulara yanlış bir cevap vermemek için bu kadar uzun düşündüğünü bilirdi, çünkü Beppo'ya göre, dünyadaki bütün anlaşmazlıklar kasıtlı ya da kasıtsız, aceleye getirilerek söylenmiş birtakım yalan yanlış sözlerden kaynaklanıyordu. (syf 42)

- (..) zaman, yaşamın kendisidir. Ve yaşamın yeri yürektir. (syf 65)

- Bütün yaşam bir hikayedir ve biz de onun içindeyiz. (syf 115)

- İnsanlar kendilerini korkutan şeylere çok daha çabuk inanıyorlar. (syf 179)

- Kör bir insan için gökkuşağının renkleri ve sağır bir insan için kuş sesleri nasıl boşunaysa, bütün bir yürekle algılanmayan zaman da öyle boşa gider, kaybolur. Ama ne yazık ki, düzgün çarpmasını bildiği halde kör ve sağır olan nice yürekler vardır. (syf 179)


*Alıntılar; Pegasus Yayınlarının 2017 senesindeki I. Basımına aittir. 

26 Temmuz 2019 Cuma

Niccolò Machiavelli'den Hükümdar



Machiavelli, 16. yüzyılda yaşamıştır ve bu yüzdendir ki devletin herhangi bir demokratik girişiminden çok uzaktır. Yönetenlerin en temel amacı ortak iyilik ya da adalet değildir, devletin hayatta kalması tek önemli noktadır. Bunu düşünerek okuduğumda bütün taşlar yerine oturuyor aslında, dönemin İtalya'sına bakınca, ardı arkası kesilmeyen savaşların yaşanması ve bir birliğin olmaması göz önünde bulundurulduğunda Machiavelli'nin bir sürü olayı gözlemlemesi ve bunlar üzerine uzun uzadıya düşündüğü bir gerçek. :)

Kitap, değişik uzunluklarda ve farklı konuları kaleme alan 26 bölümden oluşmaktadır. Örneğin, hükümdarların nasıl olması gerektiği, kaç tip hükümdar olduğu, paralı askerlerin ve yardımcı güçlerin olumlu-olumsuz yönleri, bir ordunun nasıl olması gerektiği, erdem-şans arasındaki ilişki ve bunun savaşlara yansıması gibi tek başına farklı konular gibi görünse de aslında devletin bekası için oynadıkları rolü yazar ifade etmiş. 

Machiavelli'nin düşüncesinin temeli, insan ve dünyanın doğal anlayışından oluşmaktadır. Bu anlayıştan, insanın ve onun davranışının diğer tüm doğal olgular gibi çalışılabileceği ve açıklanabileceği inancını doğurmaktadır. Ona göre, insan doğası asla değişmeyeceği için hem siyasi eylem hem de insan davranışı için genel yasalar oluşturmak mümkündür. Kitap içerisinde de zaten mükemmel egemenlik anlayışının nasıl olması gerektiğini anlatırken Yunan ve Roma tarihindeki kişi ve olaylardan örnekler sunduğunu ve bazı durumlara kendi tecrübelerinden örnekler kattığını da görüyorsunuz. 

Kitabın içerisinde bazı kavramlar üzerinde uzun uzadıya durduğu görülüyor: Erdem, şans gibi. Siyasetin ahlaktan ayrı tutulması gerektiğini ve bireysel iyilikten ziyade devletin iyiliği için her şeyin yapılması gerektiğini vurguluyor. Tüm bu olayların merkezine bir nevi şansı koyuyor diyebiliriz, çünkü ona göre şans unsuru olayları her an değiştirebilecek bir güce sahiptir. Olumsuz gidişatta bile bir fırsat yakalamanın mümkün olduğunu örneklerle ifade ediyor. 

Kitabın girişinde yazarı ve eserlerini anlatan ve yaşadığı döneme kısa bir bakış atmamı sağlayan bölümü ayrıca sevdim, sürekli karşıma çıkan yazar ve kitabı nihayet okuyup bitirdim. :)


Altını çizdiğim bazı satırlar;

Bir hükümdar silahlı güçleri yönünden ne denli güçlü olursa olsun, yerli halkın desteği olmadan bir toprağı işgal edemez. (syf 5)


- Hükümdarlığı ele geçirmek için çok, ama onu elde tutabilmek için az uğraştı. (syf 24)


- Bir hükümdar ülkesindeki kötülükleri doğduğunda görmüyorsa, akıllı biri değildir. (syf 55)


- İlginçtir, sana kusursuz gözüken bir yol felaketin olurken, tam tersine, kusurlu gözüken bir yol sana güven ve esenlik sağlayabilir. (syf 60)


- Üç tür insan vardır. İnsanların kimileri kendiliğinden anlar, kimileri anlayandan öğrenir, kimileri de ne kendisi anlar, ne de başkasının dediğinden anlar. Birinciler, çok akıllı olanlardır, ikinciler daha az akıllı, üçüncüler ise işe yaramaz olanlardır. (syf 88)



* Alıntılar; Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları'nın 2018 senesinin XVI. basımına aittir.

18 Temmuz 2019 Perşembe

Jane Casey-Ölüme Terk Edilenler (Maeve Kerrigan Serisi)



Yazarın okuduğum ilk kitabıydı, açıkçası bilinçli olarak da seçmedim, hediye olarak gelmişti. Hatta elime alıp arkasını falan okuduğumda bir seriye ait olduğunu gördüm. İlk başta, seriyi okumadım anlamsız olacak diye çekinirken aslında öncesinde ya da serinin sonunda okumanın pek bir fark yaratmayacağını okuyunca sevindim. 

Kadın polis kahramanımız Maeve'nin mesleğe ilk başladığı zamanı anlatıyor. İlk başlardaki acemi halleri ve çektiği sıkıntıları okumanın yanında biraz da özel hayatına dair bilgiler ediniyorsunuz. Tabi bunların yanında bir de yakalamamız gereken acımasız bir suçlumuz var. 

Buraya kadar her şey heyecanlı görünüyor ama gel gör ki kitabı okumaya başladığımda hayal kırıklığı yaşamadım değil. Şöyle ki, kitabımız zaten 150 sayfa kadar bir çırpıda okunacak kalınlıkta, bizim olaya odaklanmamız neredeyse son 40 sayfayı buluyor ve olay bildiğiniz 2-3 sayfada oldu bitti denilecek şekilde çözülüyor. Olay biraz geri planda kalmıştı, öncesinde biraz daha hareketlilik olabilirdi, bazı yorumlara baktığımda da yazarın bu kitabının diğer kitaplara oranla beklentiyi pek karşılamadığını okudum.

Başlangıç için o yüzden iyi oldu benim için, beklentim yüksek olmadan seriye başlayabilir ve en azından 1-2 kitap daha okuyup daha iyi değerlendirme yapabilirim. Her şeye rağmen benim için güzel bir mola oldu bu kitap.

Altını çizdiğim bazı satırlar:

- Ne kadar iyi olduğunun gösterişini yapmak, sevilmeyen olmanın en kestirme yoludur. (syf. 15)

- Daha hızlı ol. Hatalı olduğundan daha fazla haklı ol. (syf. 15)

- Müfettişin bana hatırlattığı gibi, yanlış anlamak benim çaba harcamadan yaptığım tek şeydi. (syf. 22)

- Her şey çok hızlı ilerliyordu. Sanki bir lunaparkta, dönme dolaba binmek için gitmiş ama kendimi hız treninde bulmuş gibi hissediyordum. (syf. 103)



*Alıntılar; Olimpos Yyaınları'nın 2019 senesi II. Basımına aittir.

11 Temmuz 2019 Perşembe

Mary Shelley__Frankenstein




Herkesin yolu bir şekilde Frankenstein ile kesişmiştir: Kimisi kitabını okumuştur, kimi filmini izlemiştir, hiç olmadı bu eylemleri gerçekleştirenlerin anlatımlarından bir kulak aşinalığı olmuştur. Ben de 3. grup arasında olanlardanım. Ne tam anlamıyla filmini izledim ne de kitabını alıp okuyabildim, her zaman aklımdaydı, arkadaşımın hediye edişiyle nihayet okuyabildim, artık filmini de tam anlamıyla izleyebilirim. :)

Kitapların önsözlerini okumayı çok seviyorum, bu kitapta da hem yazarın hayatıyla ilgili hem de eserin çıkışına dair bilgileri edinmem dolayısıyla en keyif aldığım önsözler arasında yer aldı.

Kitaptan beklentim yüksekti, beklediğimi de fazlasıyla aldım diyebilirim. Kitabın girişi mektuplardan oluşuyordu, en sevdiğim kısımlardı diyebilirim. Duyguların en yoğun ve en dolambaçsız yansıtıldığı satırları içerirler. Hele bir de bu duyguların arasına serpiştirilmiş, ne zaman ortaya çıkacağı merakla beklenen bir gizin izleri de varsa, tadından yenmez. :) Döneme dair yaşanılan atmosferi ve bulunulan yerleri anlatan bol betimlemeli satırları okurken hem keyif aldım hem de ne zaman Frankenstein ile tanışacağım diye de sabırsızlandım. Hoş kendi değil sahibinin adıymış, bunu da kitapla öğrenmiş oldum.

Victor Frankenstein’ın birbiri ardına kovalayan günlerin ve uzun çabaların ardında orta çıkardığı dev yaratık ile tanışmamın ardından sayfalar su gibi akıp gitti. Victor, üzerinde çalışmalar yaparken ne bekliyordu ve aslında ortaya çıkan sonuç neden kendini bu denli ürküttü bilmiyorum ama yarattığı canlıyı terk ettiği satırlardan sonraki her bir sayfayı soluksuz okudum diyebilirim. Yalnız başına bilmediği bir dünyada tek başına kalan canlımızın yaşadıkları ve aslında bir yere ait olabilmek için ne fedakarlıklarda bulunduğunu okuyup ardından yaşadığı bir dizi olaydan ötürü yaratıcısının karşına çıkmasına tanık oluyoruz.

Yalnız şunu söylemeden geçemeyeceğim; böyle gizemli ve kesin bir şey olacak şimdi diye tedirginliğin hissedildiği bir havanın hakim olduğu bir kitapta bu kadar çok üzgün, mutsuz ve kızgın hissedeceğimi düşünmezdim. Beni çok etkiledi, duygu geçişleri çok başarılıydı.
Sevgi ve nefretin aslında bir terazi gibi olduğunu ve en ufak bir davranışın ibrenin yönünü telafisi olmayacak denli yıkıcı bir şekilde döndürebileceğini o kadar güzel yansıtmış ki, iyi ki okumuşum.


Altını çizdiğim, sevdiğim satırlardan birkaçı:

- Güneşin hiç batmadığı bir diyarda imkansız olan ne var ki ? (syf. 23)

- Kalbimin beni göklere çıkaran bir coşkuyla parıldadığını hissediyorum çünkü değişmez amaç kadar zihni yatıştırmaya katkıda bulunan hiçbir şey yoktur. (syf. 23)

- Dünya, yanıtını bulmak için yanıp tutuştuğum bir gizemdi benim için. (syf. 52)

- Kalabalıktan kaçınıp az ama öz insana sımsıkı bağlanmak vardı doğamda. (syf. 53)

- Hayatın karşımıza çıkardığı çeşitli olaylar, insan doğasının duyguları kadar değişken değildir. (syf. 80)

- Duygularımız ne kadar da değişken, en büyük acıları çekerken bile yaşama sevgiyle nasıl da sarılıyoruz? (syf. 229)

- Vicdan azabı, aşırı kederin bazen insana verdiği huzuru zehirler. (syf. 252)



*Alıntılar; Dex Kitap'ın 2018 senesi I.Basımına aittir.

Diğerlerinden Daima Bir Adım Önde Olanlar :)