18 Eylül 2019 Çarşamba

Ağaç Ev Sohbetleri #3




Evet, yeni bir Ağaç Ev Sohbeti için tekrardan yerimi aldım. Bu haftaki konumuzu da çok beğendim, farklı şehirlere konuk olacağız. 😇 Çok uzatmadan, yazmak isteyenler için soruyu tekrardan hatırlatmak adına hemen yazayım: 

Bu hafta ağaç evde, farklı şehirlerde hatta farklı ülkelerde yaşayan ancak her hafta ağaç evde toplaşan kişiler olarak yaşadığımız şehirleri konuşmayı istedik ve sorumuz bu şekildeydi: Yaşadığınız şehrin sevdiğiniz ve sizi oraya bağlayan özellikleri nelerdir? Şehrinizde gitmeyi tercih ettiğiniz yerleri, meşhur yemekleri ve bir gün uğrarsak bize önerebileceğiniz aktiviteleri tanıtır mısınız? 

İzmir'den hepinize öncelikle kocaman bir merhaba! Her sokağı denize çıkan İzmir'imde ben bu sefer sizleri tepelere çıkartmak istiyorum. 💚



Ben size yazımda İzmir'in kültür-sanat yönünü aktarmaya çalışacağım. Tabi bu sadece bir günlük gezebileceğimiz kısmı. 😇


Günümüzde Kadifekale olarak bilinen Smyrna Akropolis’i (Yukarı Şehir) Pagos Dağı eteklerinde Helenistik Dönem'de (M.Ö. 330-30) kurulmuş. Şu an ziyaret ettiğinizde içinde bir Bizans Dönemi sarnıcı ve bir cami kalıntısını görmeniz mümkün. 



Eski İzmir’in kuruluşunun bir efsanesinden sizlere bahsetmek istiyorum. Eminim sizin de yaşadığınız şehrin bir efsanesi vardır. Efsaneler şehirleri yüceltir. Bildiğiniz efsaneler varsa eğer yorumlarda paylaşmanızdan büyük mutluluk duyarım. 😊

İzmir’in kuruluş efsanesinde Büyük İskender rol oynamaktadır. Efsaneye göre Makedonya Kralı Philip’in oğlu İskender, o dönem Pagos olarak adlandırılan tepede avlandıktan sonra dönüş yolunda Nemesis Tapınağı yakınında bir kaynağın başında, çınar ağacı altında uykuya dalmıştır. Rüyasında intikam tanrıçası Nemesis kendisine görünür ve Büyük İskender’e burada bir şehir kurmasını ve Bayraklı'da (Eski İzmir) yaşayan halkı buraya getirmesini ister. Eski İzmirliler bilici Tanrı Apollon’un günümüzde Menderes ilçesinde bulunan, o dönem Klaros diye anılan kehanet merkezine giderler ve oradaki kahine danışırlar. Kahin vasıtasıyla Tanrının verdiği yanıt ''kim Pagos’a yerleşirse dört kat daha fazla mutluluk bulacaktır'' şeklindedir. Bunun üzerine halk yavaş yavaş günümüz Bayraklı’daki tepeden ayrılıp Kadifekale’ye yerleşmeye başlar. Aşağıdaki fotoğrafta Büyük İskender'in çınar ağacı altında uykuya dalışını resmeden Roma parasıdır. 


Siz de Kadifekale’ye çıkıp İzmir’in manzarasını kuş bakışı olarak izleyebilirsiniz. Ben şimdiden size benim gözümden nasıl göründüğünü göstereyim. 



Kadifekale'den yürüyerek Agora’ya, İzmir’in bir diğer önemli tarihsel çekiciliğine gelebilirsiniz.



İzmir Agora’sı Kadifekale ile Kemeraltı arasında yer alıp Roma İmparator’u Marcus Aurelius tarafından MS.178 yılındaki büyük depremden sonra yapılmış. Büyük oranda sağlam olarak günümüze ulaşan Agora günümüzde Kemeraltı hattında olan eski limandan gelen malların satışının yapıldığı bir pazar yeri olarak kullanılmış. Şu an Kemeraltı’nda dolaşırken oranın zamanla dolmuş olduğunu aslında bir zamanlar denizin orada olduğunu düşünmek gerek aslında. Agora aynı zamanda mahkeme binası olarak da kullanılmış. İzmir’e gelirseniz Çankaya metro durağından 10 dakikalık yürüyüşle Agora’ya ulaşabilirsiniz. Unutmadan her ne kadar ziyarete şu an kapalı olsa da dünyanın en zengin grafiti koleksiyonunun Agora’nın bodrum katı duvarlarında olduğunu söylemeden geçmemek gerekir. Agora’nın bu denli nasıl korunduğu merak ederseniz 16. Yüzyıldan itibaren mezarlık olarak kullanılmasının bunda etkisi olduğunu söyleyebilirim. Agora’da hala kazılara Dokuz Eylül Üniversitesi Arkeoloji bölümünce devam ediyor.


Yorulduysanız Kemeraltı’nda bir kahve içebilirsiniz. Ama öncesinde Süt Çiçeği isimli küçük şirin tatlıcıda kazandibi yemenizi tavsiye ederim. Küçük bir yer olduğu için genelde çok kalabalık oluyor ama sonucu düşünüp keyifle beklediğim çok zamanlar oldu. 😊 Biraz dinlendikten sonra İzmir’in en iyi korunmuş tarihi hanlarından Kızlarağası Hanı’nda dolaşabilirsiniz.






Bugünü sanat ile kapatalım derim. 


Bahsedeceğim sanatçı 25 Ekim 1881 yılında doğmuş. Malaga kent müzesinde ilk kez Herakles’in resmini görmüş, Palaza de Toros’ta boğa dövüşlerine tanıklık etmiş ve “yemek odalarının ressamı” olan babası için model olarak hizmet eden cıvıldaşan kumruları evde izlemiş. Henüz sekiz yaşına basmadan bir boğa dövüşü için fırçayı ve boyaları eline almış.





Sanırım kimden bahsettiğimi anladınız.

Pablo Ruiz Picasso …

Kübizm akımının öncüsü İspanyol ressam Pablo Picasso'nun gösteri dünyasını konu aldığı eserlerinden oluşan sergi, Arkas Sanat Merkezi’nde 18 Eylül 2019 – 5 Ocak 2020 tarihleri arasında ziyaretçilere açık olacak. Sergilenen eserler arasında Picasso'nun önemli tabloları, tasarladığı kostümler, eskizler, heykeller ve yaşamına dair fotoğraflar yer alıyor. 


Daha önce 1001 Gece Masalları sergisine gitmiştim. Yukarıda gördüğünüz köşenin önünde masal kahramanı gibi hissetmedim değil. Atmosfer çok büyüleyiciydi. 😇

İzmir’e yolu düşenler Kordon’da yer alan Arkas Sanat Merkezi’nin ücretsiz sergilerini muhakkak görmelerini tavsiye ederim.

Umarım benimle kısa bir tarihi yolculuk yapmaktan keyif almışsınızdır, sıkılmamış olmanızı diliyorum. Kapanışı da İzmir'in olmazsa olmaz vapur yolculuklarımdan birinde aldığım deniz görüntüsüyle kapatıyorum. 💙





15 Eylül 2019 Pazar

Güz Okuma Şenliği 2019 Okuma Listem




Evet, yaz şenliğinin ardından yeni şenliğimiz de geldi. Okuma şenliğini çok sevdim. O yüzden yine katılmaya karar verdim. Şenliğin detayları için sevgili Nilgün Komar arkadaşımızın sayfasını ziyaret edebilirsiniz. 💚 Yine diğer şenlikte olduğu gibi şimdilik aşağıdaki gibi bir liste oluşturdum ama okuma süreci uzun olduğu için ekleme-çıkarma yapabilirim. Eksik olan kategorilerimi de yapacağım alışveriş listeme göre düzenleyebilirim sonradan. Umarım keyifli bir şenlik olur yine. Herkese iyi okumalar dilerim. 💚


1.Kategori (10 puan): İsminde GÜZ mevsimini çağrıştıran bir kelime geçen/olayların Güz'de geçtiği bir kitap.


2.Kategori (10 puan): Adında Cadde / Sokak / Çıkmaz / Apartman / Mahalle kelimelerinden biri geçen bir kitap.



3.Kategori (10 puan): Adında Pencere / Kapı / Duvar / Yer kelimelerinden biri geçen bir kitap.


4.Kategori (10 puan): Beyazperdeye aktarılmış DİZİ/FİLM olmuş bir kitap.
*Laurence Sterne__Tristram Shandy - Beyefendi’nin Hayatı ve Görüşleri


5.Kategori (10 puan): Ziya Gökalp ya da Halikarnas Balıkçısı'ndan bir kitap.


6.Kategori (10 puan): Oscar Wilde ya da Italo Calvino'dan bir kitap.


7.Kategori (10 puan): Kitabın isminde -mek -mak eki almış bir kelime geçen bir kitap.
*Jose Saramago__Görmek


8.Kategori (10 puan): Bir şiir kitabı.
*Ah Muhsin Ünlü__Gidiyorum Bu


9.Kategori (10 puan): Ulu Önder Mustafa Kemal ATATÜRK veya 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı ile ilgili bir kitap.

*Yılmaz Özdil__Mustafa Kemal


10.Kategori (her kitap 10 puan, ekstra 20 puan): Adında Öğretmenlik ile ilgili kelime olan ya da yazarı Öğretmen olan iki kitap.

11.Kategori (her kitap 10 puan, ekstra 20 puan): Kapağındaki baskın rengi GRİ / MAVİ olan iki kitap.
*Dan Brown__Başlangıç
*Tomris Uyar__Otuzların Kadını

12.Kategori (her kitap 10 puan, ekstra 20 puan): Şimdiye kadar HİÇ kitabını okumadığınız iki KADIN yazardan birer kitap. *Aslı Perker__Flamingolar Pembedir


13.Kategori (her kitap 10 puan, ekstra 40 puan): İsimlerinin baş harfleri Alfabetik olarak sıralanmış dört kitap.
*Öteki__Dostoyevski
*Pi__Azra Kohen
*Ruth__Lou Andreas Salome
*Sincap__İsmail Güzelsoy

14.Kategori (her kitap 10 puan, ekstra 40 puan): Kendinizin belirleyeceği bir temaya uygun dört kitap.
     -Kitaplığımda okunmayı bekleyen 4 kitap-
*Jack London__Martin Eden 
*Hüseyin Rahmi Gürpınar__Mürebbiye
*Edgar Allan Poe__Dedektif Öyküleri
*Şemsettin Sami__Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat

12 Eylül 2019 Perşembe

Albert Camus__Yabancı




Yaklaşık 2 yıl olacak kitabı okuyalı, o kadar çok görmüştüm ki okuyan birilerini, sürekli merak ediyordum. O zamanki hislerim böyleymiş. Blogumda da dursun madem. Eksik olmasın. :)

___________________


Sürekli karşıma çıkan kitap, nihayet okumak kısmet oldu. 

İlk başta neyle karşılaşacağımı bilmiyordum, okurken o yüzden baya istekli başladım. Kitabın sonuna kadar da acaba nasıl gelişecek, neler olacak diyerek de kitabı bitirdim. 

Konusuna gelirsek, bir karakter düşünün onun için her şey o kadar olağan ve basit ki ölümü bile çok rahat kabullenip soğukkanlılıkla hayatın akışına kendini kaptırıp günlerini yaşamaya devam ediyor, bazı anlar geliyor ki yeter ama yani bunda bir duygu belirtisi göster artık diye laf yetiştirmeden duramıyorsunuz. Bu kahramanımızın çok kısa bir zaman aralığında yaşadıkları kaleme alınmış, çevresindekilere olan duyarsızlığının ötesinde aslında kendisine bile ne kadar yabancı oluşunu okuyacaksınız. 

Kitapta beni etkileyen; başkasının hayatını etkileyecek olaylarda suçlanmak yerine sadece sizi ilgilendiren, duygularınızı istediğiniz gibi yaşamanızdan dolayı cezalandırılabilecek olabilmeniz, hayatınızın kendi kontrolünüzden çıkıp başkalarının dedikleriyle şekillenebilmesi. Hatta karakter bunu şu cümlelerle çok güzel ifade etmiş; 

"Bu davanın benim dışında görülür bir hali vardı .Her şey, ben karıştırılmaksızın olup bitiyordu. Kaderim, bana fikir sorulmadan belirleniyordu." 

Kitabın anlatımı çok basit, betimlemeleri sade olmasına rağmen duygu geçişini çok güzel yansıtmış.Bazı cümlelerin üzerinde düşünmeden edemiyor insan. 

Kısacası; benim gibi duygu, durum aktarımlarını seven, olaydan çok süreç odaklı kitaplara sıcak bakanlar için ideal ama yok ben heyecan isterim, şöyle konular dallanıp budaklansın derseniz size hitap etmeyebilir.



Altını çizdiğim satırlardan bazıları şu şekildeydi;

- (..) tuhaf biri olduğumu,beni kuşkusuz bu yüzden sevdiğini ama belki günün birinde yine aynı sebepten nefret edebileceğini mırıldandı. (syf 44)


- Tutukluğumun başlangıcında en zoruma giden şey, kafamdaki hala özgür adam düşüncelerinin bulunmasıydı. (syf 72)

- İnsanın, hapisteyken zaman kavramını kaybettiğini bir yerde okumuştum. (syf 75)


-İnsanın başına ne geleceği hiç belli olmaz. (syf 98)


- İnsan madem ki ölecektir, bunun nasıl ve nerede olacağının önemi yoktur, apaçık bir şeydir bu. (syf 103)


- Fakat herkes bilir ki hayat, yaşanmak zahmetine değmeyen bir şeydir. (syf 103)


*Alıntılar; Can Yayınlarının 2017 senesindeki 58.basımına aittir.

9 Eylül 2019 Pazartesi

Ağaç Ev Sohbetleri #2



Evet, Ağaç Ev Sohbetleri geçen hafta ben tatildeyken başlayan ve döndüğümde çok güzel sohbetlerle beni karşılayan çok güzel bir etkinlik. Bu etkinliğin öncüleri ise Edischar ve Taha arkadaşlarımız. 

Geçen haftaki sohbete katılamadığım için ufak bir kıskançlık hissetmedim değil, o yüzden erkenden yerimi alayım dedim. :) Bu haftaki konumuzu ise İrem Can arkadaşımız belirlemiş. Günümüzde göz ardı edilerek hata yapılan çok önemli bir konuya değinmiş: 

Doğamız giderek tehlike sinyalleri veriyor. Küresel ısınma ve çevre kirliliği en had safhada. Bunlar için geri dönüşüm, sıfır atık, daha az tüketim hatta poşetlerin paralı olması gibi önlemler alınıyor. Siz bu konuda neler düşünüyorsunuz? Geleceğimiz için daha yaşanılır bir dünyayı nasıl sağlayabiliriz? 

Hızla artan nüfusun ve sanayileşmenin beraberinde getirdiği çevreye atılan atık ve çöpler hem çevre kirliliğine hem de su kirliliğine sebep olmasının yanında salgın hastalıkları da beraberinde getiriyor. Geçmişten günümüze çığ gibi büyüyen bu soruna bakıldığında aslında bir şeyler yapılmasını herkes canı gönülden istiyor, ya çoğu kişi nereden başlayacağını bilemiyor ya da bir ben yapsam ne etkisi olur diyerek ilk baştan zaten vazgeçiyor. 

Dünyayı daha yaşanılır kılmak için öncelikle bireysel düşünmeyi bırakmamız gerek bana göre. Şöyle ki bir ben yapsam ne olur dediğimiz an zaten büyük bir kitle olarak baştan yarım bırakmış oluyoruz. Bu durum bana Kelebek Etkisi’ni hatırlatıyor. Bir küçük değişiklik büyük ve öngörülemez sonuçların doğmasına sebep olması teorisi. Biz bunu hem olumlu hem de olumsuz olarak hayatımıza katabiliriz aslında. Pikniğe gittiğimizde yediğimiz çekirdek kabuklarını sadece birkaç taneden bir şey olmaz diyerek atarsak bu aslında büyük bir çöp birikintisine dönüşebildiği gibi aksine çöpe atarak büyük bir alanı kurtarmış olabiliriz. 

İlk bakışta çok önemsizmiş gibi görünen ama kitleye dönüştüğünde büyük etki yaratan olumsuz bir sürü davranış sergiliyoruz. Diş fırçalarken suyu açık bırakmak, gerekli olmadığı kadar birçok lamba yakmak, kısa mesafelerde araba kullanmak gibi çoğaltılabilecek bir sürü davranış sergiliyoruz. Bazen bunların birçoğunu yaptığımı bile fark etmiyorum. O kadar çok normal geliyor ki. 

Aslında yapmamız gerekenleri bildiğimizi fakat bunu uygulamaya geçişte ya dikkat etmediğimizi ya da önemsemediğimizi düşünüyorum. Aynı yabancı dil bilme seviyemizi ifade etmek gibi, anlıyorum ama konuşamıyorum. Teoride iyiyiz pratikte kötü. Umarım bu durumu da en kısa zamanda aşabiliriz. 

Yine çok konuştum, “Söz uçar, yazı kalır.” mantığı ile daha iyi kanıksarım umarım diyorum. Ve ayrıca sizin yazılarınızı okudukça da içlerinden ufak birkaç şey de olsa bir şeyler yakalar ve birçok şeyi değiştirmek için adım atabilirim.

Herkese umut dolu sohbetler! :)



*Fotoğraf;www.ntv.com.trgaleriyasamdogayla-ic-ice-olan-evler,bopbXKoeVkuQ8ru8euHH7QLu3CiqQLqE64AjN6Xq_Hkg

Halit Ziya Uşaklıgil'den Mai ve Siyah



Dilinin ağır olması ve içerisinde bana yabancı bir sürü kelime ile yüzleşme fikri beni korkuttuğu için okumayı sürekli erteliyordum, günümüz Türkçesiyle basılması sonucunda artık okumamam için bir sebep kalmamış oldu. :)

Mai ve Siyah, bu iki renk kitabın ruhunu tam anlamıyla yansıtıyor. Mai hayalleri simgelerken siyah ise hayatın gerçeklerini temsil ediyor. Kitabın kahramanı Ahmet Cemil'in maiden siyaha doğru giden hayatının bir dönemini okuyorsunuz. Hayallerin ve arzuların karşısında hakikatin kaçınılmazlığı ile sarsılıyorsunuz.

Okurken benim duygularım da bu iki renk arasında gidip geldi diyebilirim. Ahmet Cemil ve Hüseyin Nazmi'nin kitaplar üzerine yaptıkları sohbetler, çeviri yapmak için araştırdıkları eserler, birbirlerini hayalleri konusunda desteklemeleri, Ahmet Cemil'in kardeşi İkbal ile olan sevgi dolu anları, onunla şakalaşmaları bende sonsuz mutluluğun ve umudun simgesi mai iken, babasının ölümünden sonra hayallerini ötelemek ve ailesine bakmak için para kazanmanın derdine düşmesi, hayata tutunma çabası içerisindeyken arkadaşıyla arasına istemeden olsa mesafe girmesi, kardeşinin evliliği, sıkıntıları, kendi aşkının imkansızlığı ve en büyük hayali olan eserini yazma fikrinden onu uzaklaştıran koşulların acımasızlığı ise karamsarlığın simgesi siyahtı.

Kitap, genel anlamda zıtlıkların bir araya gelmesiyle oluşmuş diyebiliriz. Sosyal sınıf farklılığı, iyi-kötü kavramları, maddi çıkarlara karşılık maneviyat, sevgi-nefret duyguları gibi birçok karşıt duyguyu kahramanların karakterleri ve yaşam şartlarıyla bize yansıyor.

Bazı satırlardaki ifadelerin bana hissettirdiği duygular ruhuma ağır geldi, gözlerimin dolduğu çok satır oldu. Olayların bir matbaa ortamında geçmesi ve kitap kokusuyla iç içe olması da en sevdiğim noktaydı.

İyi ki okumuşum. :)


Altını çizdiğim bazı satırlar şu şekildeydi:


- Bu kadar hiçliğine rağmen her meziyet sahibine düşman... (syf 10)


- İşte öyle bir şey yazmak istiyorum ki yukarı bakılsa mai ve daima mai, aşağı bakılsa siyah daima siyah... Bir şey ki mai ve siyah olsun. (syf 32)


- İnsan, keder ve sevinç zamanlarında kalbinin katlanabileceğinden fazlasını diğer hassas bir kalple paylaşmak ister. (syf 36)


- İnsan emellerini yalanlayan şeyleri istediği şekilde yorumlamaya çalışarak kendisini daima arzuları içinde oyalamakta gecikir. (syf 175)


- Dünyada hiçbir kimse düşünemezsin ki hayatından hiç olmazsa bir büyük matem geçmiş olmasın. (syf 216)



*Alıntılar; Türkiye İş Bankası Kültür Yayınlarının 2018 senesinin I.Basımına aittir.

7 Eylül 2019 Cumartesi

Marcel Proust- Mahpus (Kayıp Zamanın İzinde- Beşinci Kitap)




Kayıp Zamanın İzinde sürdüğüm uzun soluklu yolculuğumun diğer bir durağı olan 5. Kitap –Mahpus- verdiğim uzun bir aranın ardından özlediğimden olsa gerek hem bir çırpıda okuyayım hem de yok yok hemen bitmesin tarzındaki çelişkili düşüncelerimin eşliğinde bitti. 

Kitabın daha ilk sayfasında, kahramanımız yüzüm duvara dönükken bile havanın o gün nasıl olacağını- güzel, güneşli bir gün mü yoksa kapalı, bunaltıcı mı- bildiğini söylüyor, bunu sağlayan koşullar için de duvara yansıyan gölgeleri, dışarıdan gelen seslerin canlılığını, ışığın parlaklığını ve bunlara benzer bir sürü etkeni örnek gösteriyor. Bu satırları okuduğum an aklıma direkt, henüz kitabın kapağını açmadan bu kitabın da diğer kitapları gibi beni etkileyeceğini düşünmem geldi. Yazara o kadar bağlanmışım ki, kendini tekrarlayan cümleler bile bana sanki onun kaleminden ilk defa çıkıyormuş hissini yaşatıyor. 

Kitap, kaldığı yerden devam ediyor, yazar bizi Albertine’e yapmış olduğu teklifle meraklandırmış, anlatımı en heyecanlı yerinde kesmişti. Her ne kadar bundan sonrası daha durağan geçermiş gibi görünse de aksine her günümüz şüpheci yaklaşımlarla çekilmez bir sürece giriyor. Kitap, adını tam anlamıyla yansıtıyor diyebiliriz. Tek sıkıntı, mahpusluğu kimin yaşadığı aslında. Örneğin; kıskançlık duygusundan sürekli izlenen, kahramanımızın yakınları tarafından benimsenmeyen, sayısız sorularla geçirdiği zamanı tekrardan bir nevi yaşayan Albertine mi yoksa tüm gününü Albertine’nin ne yaptığını düşünmekle geçiren, artık davetler şöyle dursun eskiden akşam serinliğinde yaptığı yürüyüşlerden bile uzak kalan kahramanımız mı? Bunlara bir de, kahramanımızın Albertine’le gününe dair yaptığı konuşmalar sırasında matruşka bebek misali birbirini doğuran olumlu-olumsuz düşünceleri sıralamasıyla hangisi yalan hangisi gerçek anlamaya çalışmakla kendinden şüphe eder hale getiren biz okuyucular mı? diye ekleme yapmak istiyorum :) Şaka bir yana, kitabın sonlarına doğru kimin mahpus olduğu yazar tarafından dile getiriliyor, sorumuzun cevabını alıyoruz. 

Anlatım belli bir konu etrafında dönüyor gibi görünse de yazarımızın betimlemelerinde, duygularını ifade edişlerinde birçok konuya da değiniliyor. Önceki kitaplarda karşılaştığımız karakterlere dair satırlara denk gelindiğinde, eski dostla karşılaşmış hissini yaşıyorsunuz. Yazarın gözlem gücünü bu kitapta da yoğun bir şekilde yaşıyorsunuz. Dinlediği bir müzik ya da tiyatro eseri için yaptığı yorumların yanı sıra bu eserinde dışarıdan gelen seyyar satıcının sesine bile o kadar değişik anlamlar yüklüyor ki, adamın sattığı ürününün adını bağırmasından nasıl bu hislere geçiş yaptın demeden edemedim. :) 

Kitap, genel anlamda aynı ritimde devam etmedi benim için, özellikle de ortalara doğru diğer kitaplarında da sayısız konuk olduğumuz davetlere burada da denk geliniyor ve o kısımlar o kadar çok dedikoduyu bir arada barındırıyor ki bir süre sonra kimden bahsediyorduk, konu neydi moduna geçiş yapıyorsunuz. Bu kısımlar beni biraz zorladı, o satırları okurken çok es verdim. Onun dışında kalan kısımlar için cümleler akıp gitti diyebilirim. Özellikle, uykuya dair yaptığı yorumlar ve kitabın sonlarına doğru Dostoyevski ve Tolstoy üzerine düşünceleri benim açımdan okuması en güzel satırlardı. 

Gelecek kitabın isminden olsa gerek aslında sonu tahmin edilebilir olsa da o sürece gidişteki gelgitli, şüpheci düşüncelere o kadar kendimi kaptırdım ki süreç yine de beni baya etkiledi. Kitabın son sayfasına kadar yine de o merak duygum körelmedi. Son sayfanın ardından da yeni kitap için merak duygum filizlenmiş bir şekilde sayfanın kapağını kapattım.


Altını çizdiğim sayısız satırlardan sadece birkaçı şu şekildeydi;


- Yanılıyordu. Yanılması da doğaldı, çünkü gerçeklik zorunlu olsa da, bir bütün olarak öngörülemez; bir başkasının hayatına ilişkin doğru bir ayrıntıyı öğrenen kişi derhal bundan yanlış sonuçlar çıkarır ve yeni keşfettiği gerçeği aslında onunla hiç ilgisi olmayan meselelerin açıklaması olarak görür. (syf 7)


- Aşk belki de bir heyecanın ardından ruhu sarsan çalkantıların yayılmasından başka bir şey değildir. (syf 18)


- Mutluluklarını kalıcı zanneden insanların kaygısızlığı içindeydim. (syf 75)


- (..) aşk tedavisi olmayan bir hastalıktır; romatizmanın ancak yerini sara nöbetini andıran migren nöbetlerine bırakmak üzere hafiflediği kimi kronik hastalık eğilimlerine benzer. (syf 80)

- Ne tuhaftır ki, ilk aşk, kalbimizde bıraktığı kırılganlıkla gelecekteki aşkların yolunu açtığı halde, en azından belirti ve acıların özdeşliği aracılığıyla onları tedavi etmenin yolunu öğretmez bize. (syf 92)


- Gençliğe ve aşklara benzer uyku, gitti mi bir daha bulamayız onu. (syf 120)


- Tanıdığımız her insanın bir ikizini içimizde taşırız. (syf 244)


- (..) hayat çok kısa; can sıkıntısı, ahmaklarla görüşmek, onları zeki buluyormuş gibi rol yapmak, yo, hayır, tahammülüm yok bunlara. (syf 273)

- (..) insan kendini ancak zaman içinde anlayabiliyor. (syf 369)


- (..) hafızamızda her çeşit şey bulunur; hafızamız, bir tür eczane, bir tür kimya laboratuvarıdır, elimize tesadüfen sakinleştirici bir ilaç da geçebilir, tehlikeli bir zehir de. (syf 379)


- Bu hayatta bir mutluluk olsa bile, devam etmesi mümkün değildi. (syf 382)



*Alıntılar; Yapı Kredi Yayınlarının 2018 senesinin XXII. basımına aittir.

4 Eylül 2019 Çarşamba

Yaz Okuma Şenliği 2019 Sonucum



İlk defa bir okuma şenliğine katılıyorum demiştim. Ve ilk şenliğim de bitmiş oldu. Keşke daha verimli bir ilk şenlik deneyimi yaşasaydım ama yazın okumalarım ne yazık ki düşüyor. Umarım bundan sonraki katıldığım şenlikler daha verimli geçer ve bir sürü kitapla tanışır ve onların dünyasına katılma şansı elde ederim.

Sevgili Nilgün Komar'ın bu güzel etkinliği sayesinde bir sürü kitap seçmiştim ama okuyamadığım için sizle bir kısmını paylaşabiliyorum. Üzerine tıklayarak ayrıntılı yorumlara ulaşabilirsiniz. İki tanesinin şu an eksik onları da paylaşacağım fırsat bulduğumda. :)


2.Kategori (10 puan): Adında bir Ağaç ismi/ Ağaç kelimesi geçen ya da Ağaç ile ilgili olan bir kitap.
* Paola Peretti__Kiraz Ağacı ile Aramızdaki Mesafe (207 sayfa)

4.Kategori (10 puan): Beyazperde'ye aktarılmış DİZİ/FİLM olmuş bir kitap.
*Michael Ende__Momo (300 sayfa)

7.Kategori (10 puan): Kitabın isminde -ler -lar eki almış bir kelime geçen bir kitap.
* Jane Casey__Ölüme Terk Edilenler (155 sayfa)

11.Kategori (her kitap 10 puan, ekstra 20 puan): YKY yayınlarından herhangi iki kitap.
*Marcel Proust__Albertine Kayıp (282 sayfa)
*Kazuo Ishiguro__Günden Kalanlar (206 sayfa)

12.Kategori (her kitap 10 puan, ekstra 20 puan): Birinin ismi H harfi le başlayan diğerinin ismi B harfi ile başlayan iki kitap.
*Niccolò Macchiavelli__Hükümdar (108 sayfa)

13.Kategori (her kitap 10 puan, ekstra 20 puan): Kapağındaki baskın rengin YEŞİL olduğu iki kitap.
*Mario Levi__İstanbul Bir Masaldı (920 sayfa)

14.Kategori (her kitap 10 puan, ekstra 40 puan): Şimdiye kadar HİÇ kitabını okumadığınız dört yazardan birer kitap. [Yazarların ikisi Türk, ikisi yabancı, ikisi kadın, ikisi erkek olmalı]
*Ian Rankin__Düğümler ve Haçlar (263 sayfa)
*Mary Shelley__Frankenstein (294 sayfa)


15.Kategori (her kitap 10 puan, ekstra 40 puan): Kendinizin belirleyeceği bir temaya uygun dört kitap.
---Türk Klasiklerinden 4 kitap---
*Halit Ziya Uşaklıgil__Mai ve Siyah (254 sayfa)

__________________________

Toplam 10 kitap okuduğum için 100 puan
11. kategoriyi tamamladığım için +20 puan
Toplam 2989 sayfa okuduğum için +29 puan
Sonuç olarak; 100+20+29=149 puan ile şenliği tamamlamış oldum. :)

Diğerlerinden Daima Bir Adım Önde Olanlar :)