7 Eylül 2019 Cumartesi

Marcel Proust- Mahpus (Kayıp Zamanın İzinde- Beşinci Kitap)




Kayıp Zamanın İzinde sürdüğüm uzun soluklu yolculuğumun diğer bir durağı olan 5. Kitap –Mahpus- verdiğim uzun bir aranın ardından özlediğimden olsa gerek hem bir çırpıda okuyayım hem de yok yok hemen bitmesin tarzındaki çelişkili düşüncelerimin eşliğinde bitti. 

Kitabın daha ilk sayfasında, kahramanımız yüzüm duvara dönükken bile havanın o gün nasıl olacağını- güzel, güneşli bir gün mü yoksa kapalı, bunaltıcı mı- bildiğini söylüyor, bunu sağlayan koşullar için de duvara yansıyan gölgeleri, dışarıdan gelen seslerin canlılığını, ışığın parlaklığını ve bunlara benzer bir sürü etkeni örnek gösteriyor. Bu satırları okuduğum an aklıma direkt, henüz kitabın kapağını açmadan bu kitabın da diğer kitapları gibi beni etkileyeceğini düşünmem geldi. Yazara o kadar bağlanmışım ki, kendini tekrarlayan cümleler bile bana sanki onun kaleminden ilk defa çıkıyormuş hissini yaşatıyor. 

Kitap, kaldığı yerden devam ediyor, yazar bizi Albertine’e yapmış olduğu teklifle meraklandırmış, anlatımı en heyecanlı yerinde kesmişti. Her ne kadar bundan sonrası daha durağan geçermiş gibi görünse de aksine her günümüz şüpheci yaklaşımlarla çekilmez bir sürece giriyor. Kitap, adını tam anlamıyla yansıtıyor diyebiliriz. Tek sıkıntı, mahpusluğu kimin yaşadığı aslında. Örneğin; kıskançlık duygusundan sürekli izlenen, kahramanımızın yakınları tarafından benimsenmeyen, sayısız sorularla geçirdiği zamanı tekrardan bir nevi yaşayan Albertine mi yoksa tüm gününü Albertine’nin ne yaptığını düşünmekle geçiren, artık davetler şöyle dursun eskiden akşam serinliğinde yaptığı yürüyüşlerden bile uzak kalan kahramanımız mı? Bunlara bir de, kahramanımızın Albertine’le gününe dair yaptığı konuşmalar sırasında matruşka bebek misali birbirini doğuran olumlu-olumsuz düşünceleri sıralamasıyla hangisi yalan hangisi gerçek anlamaya çalışmakla kendinden şüphe eder hale getiren biz okuyucular mı? diye ekleme yapmak istiyorum :) Şaka bir yana, kitabın sonlarına doğru kimin mahpus olduğu yazar tarafından dile getiriliyor, sorumuzun cevabını alıyoruz. 

Anlatım belli bir konu etrafında dönüyor gibi görünse de yazarımızın betimlemelerinde, duygularını ifade edişlerinde birçok konuya da değiniliyor. Önceki kitaplarda karşılaştığımız karakterlere dair satırlara denk gelindiğinde, eski dostla karşılaşmış hissini yaşıyorsunuz. Yazarın gözlem gücünü bu kitapta da yoğun bir şekilde yaşıyorsunuz. Dinlediği bir müzik ya da tiyatro eseri için yaptığı yorumların yanı sıra bu eserinde dışarıdan gelen seyyar satıcının sesine bile o kadar değişik anlamlar yüklüyor ki, adamın sattığı ürününün adını bağırmasından nasıl bu hislere geçiş yaptın demeden edemedim. :) 

Kitap, genel anlamda aynı ritimde devam etmedi benim için, özellikle de ortalara doğru diğer kitaplarında da sayısız konuk olduğumuz davetlere burada da denk geliniyor ve o kısımlar o kadar çok dedikoduyu bir arada barındırıyor ki bir süre sonra kimden bahsediyorduk, konu neydi moduna geçiş yapıyorsunuz. Bu kısımlar beni biraz zorladı, o satırları okurken çok es verdim. Onun dışında kalan kısımlar için cümleler akıp gitti diyebilirim. Özellikle, uykuya dair yaptığı yorumlar ve kitabın sonlarına doğru Dostoyevski ve Tolstoy üzerine düşünceleri benim açımdan okuması en güzel satırlardı. 

Gelecek kitabın isminden olsa gerek aslında sonu tahmin edilebilir olsa da o sürece gidişteki gelgitli, şüpheci düşüncelere o kadar kendimi kaptırdım ki süreç yine de beni baya etkiledi. Kitabın son sayfasına kadar yine de o merak duygum körelmedi. Son sayfanın ardından da yeni kitap için merak duygum filizlenmiş bir şekilde sayfanın kapağını kapattım.


Altını çizdiğim sayısız satırlardan sadece birkaçı şu şekildeydi;


- Yanılıyordu. Yanılması da doğaldı, çünkü gerçeklik zorunlu olsa da, bir bütün olarak öngörülemez; bir başkasının hayatına ilişkin doğru bir ayrıntıyı öğrenen kişi derhal bundan yanlış sonuçlar çıkarır ve yeni keşfettiği gerçeği aslında onunla hiç ilgisi olmayan meselelerin açıklaması olarak görür. (syf 7)


- Aşk belki de bir heyecanın ardından ruhu sarsan çalkantıların yayılmasından başka bir şey değildir. (syf 18)


- Mutluluklarını kalıcı zanneden insanların kaygısızlığı içindeydim. (syf 75)


- (..) aşk tedavisi olmayan bir hastalıktır; romatizmanın ancak yerini sara nöbetini andıran migren nöbetlerine bırakmak üzere hafiflediği kimi kronik hastalık eğilimlerine benzer. (syf 80)

- Ne tuhaftır ki, ilk aşk, kalbimizde bıraktığı kırılganlıkla gelecekteki aşkların yolunu açtığı halde, en azından belirti ve acıların özdeşliği aracılığıyla onları tedavi etmenin yolunu öğretmez bize. (syf 92)


- Gençliğe ve aşklara benzer uyku, gitti mi bir daha bulamayız onu. (syf 120)


- Tanıdığımız her insanın bir ikizini içimizde taşırız. (syf 244)


- (..) hayat çok kısa; can sıkıntısı, ahmaklarla görüşmek, onları zeki buluyormuş gibi rol yapmak, yo, hayır, tahammülüm yok bunlara. (syf 273)

- (..) insan kendini ancak zaman içinde anlayabiliyor. (syf 369)


- (..) hafızamızda her çeşit şey bulunur; hafızamız, bir tür eczane, bir tür kimya laboratuvarıdır, elimize tesadüfen sakinleştirici bir ilaç da geçebilir, tehlikeli bir zehir de. (syf 379)


- Bu hayatta bir mutluluk olsa bile, devam etmesi mümkün değildi. (syf 382)



*Alıntılar; Yapı Kredi Yayınlarının 2018 senesinin XXII. basımına aittir.

4 yorum:

  1. albertine i çok seviyom beeeen :) ne güzel anlatmışsın yine master tezi gibi :) okumadığım bir proust kitabı buldum bi de yaa, hazlar ve günler :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ben de seviyorum, iyi hakkından geliyor bizimkinin, istediğini yapıyor oh mis. :)
      Çok teşekkür ederim, senin gibi Proust sevenden duymak bu sözleri daha mutluluk verici. :)
      Ben de aldım o kitabı, şimdiden stok yapıyorum seri bitince boşluğa düşmemek için.

      Sil
  2. Anlatımınız çok güzel, alıntıları da çok beğendim. Teşekkürler.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Asıl ben teşekkür ederim, beğenmenize sevindim.

      Sil

Diğerlerinden Daima Bir Adım Önde Olanlar :)